Lütfen son adet tarihinizi giriniz
Rehber
Türk Perinatoloji Derneğinin öncülüğünde aralarında benim de bulunduğum çok sayıda perinataloğun katkıları ile oluşturulan “Gebenin El Kitabı” na buradan ulaşabilirsiniz.
Beslenme önerileri
Türk Perinatoloji Derneği Sitesinden alınmıştır.
Sağlıklı bir gebelik ve sağlıklı bir bebek doğumu için dengeli beslenme şarttır. Gebelikte günlük kalori ihtiyacına 350 Kcal/ gün ilave edilir.
Her gebe günde ; 80g protein,
1,5g Kalsiyum
30-60g Demir.
A, B1, B2 ve C vitamini almalıdır.
Örneğin :
2 su bardağı süt veya 1 kase yoğurt veya 2 kibrit kutusu büyüklüğünde beyaz peynir.
1 porsiyon et veya balık veya karaciğer veya kuru fasulye, mercimek gibi kuru baklagiller veya 1 yumurta.
Meyveler; 2–3 elma, portakal içeren bir diyet gerekli ek kalori, protein ve demir ihtiyacını karşılar.
Gebelikte önemli olan fazla gıda almak değil, dengeli gıda almaktır. Üç öğün arasında ek öğünler alınarak enerji ihtiyacının düzenli karşılanması sağlanır.
Tüm gebelik boyunca alınması gereken ideal kilo 10–12 kg ‘dır.
Salam, sosis, sucuk gibi katkı maddesi içeren besinler mümkün olduğu kadar seyrek tüketilmelidir.
D vitamini besinlerde bulunmaz. Ancak güneş ışınlarının direk cilde yansıması ile sağlanır. Bu nedenle güneşlenmeye özen gösterilmelidir.
Gerekiyorsa iyotlu tuz kullanılmalıdır.
Kansızlığı önlemek için yemeklerle birlikte çay içilmemeli, kahve sayısı en fazla iki fincan ile sınırlanmalıdır. Kola ve hazır meyve suları içilmemelidir.
Doktora danışılmadan ilaç kullanılmamalıdır.
Yeterli ve düzenli beslenen gebelerde ek vitamin ve kalsiyuma ihtiyaç yoktur. Demir eksikliği anemi riski saptanır ise ( Hb <11g/dl ve MCV<80fl ) demir ilaçları alınabilir.
Nöral tüp defektleri için, gebelik planlayan (ya da diğer anlamda gebelikten korunmayan) herkesin en az 1 (bir) ay öncesinde olmak üzere 0.4 mg/gün ve riskli gruplara ise 4mg/gün folik asit tavsiye edilmesi ve ilk üç aylık dönem süresince kullanılması önerilmektedir. Ayrıca multivitaminler, demir, kalsiyum, magnezyum, flor ve çinko rutin olarak önerilmemektedir.
Üç öğün arasına ek porsiyonlar konulması, gerekli enerji ihtiyacının karşılanması için uygundur. Gebelikte dengeli beslenme yanında günlük 300 kkalorilik enerji alımını sağlamak için ara öğünler önerilmelidir. Gebelikte mahsurlu alışkanlıklar (sigara, alkol), hatırlatılmalı ve her vizitte ağırlık takibi yapılmalıdır. Her anne adayı için ilk prenatal vizitte uygun bir kilo artış hedefi belirlenmeli ve anne adaylarına beslenme ile fiziksel aktivite hakkında bilgi verilmelidir. Ağırlık artışı hedeflenenin dışında kalan gebeler, diyetleri ve aktivite paternleri konusunda incelenmeli ve hatta mümkünse bu inceleme bir beslenme uzmanı tarafından yapılarak gerekli iyileştirmeler sağlanmalıdır. Yapılacak iyileştirme hem sağlıklı bir gebelik sürecine katkıda bulunacak hem de postpartum obezitenin önlenmesini sağlayacaktır.
Diyette ort. 60g protein bulunmalı, normal günlük diyete gebelik için sadece 300 kcal eklenmelidir. Gebelikte kullanımlarının faydası gösterilemediğinden, rutin multivitamin, kalsiyum, magnezyum, flor ve çinko önerilmemelidir. Aşırı kilo kısıtlaması yapılmamalıdır (öneri:12–16 kg) (VKİ>26 olanlar:7-12kg).
Beslenme örneği
Bir Gebe Nasıl Beslenmelidir?
Besin grupları |
Normalde |
Gebelikte |
Emziklilikte |
1.Et, kurubaklagil, yumurta: Her çeşit et, tavuk, balık, kuru fasülye, nohut, mercimek vb. |
2 porsiyon; |
1 porsiyon daha fazla |
1–2 porsiyon daha fazla |
2.Süt ve süt ürünleri |
2 porsiyon; |
1 porsiyon daha fazla |
1 porsiyon daha fazla |
3.Tahıllar:(ekmek,pirinç, bulgur, makarna, şehriye, börek, tarhana vb.) |
Hiç veya 1 porsiyon |
1 dilim ekmek daha fazla |
1 dilim ekmek daha fazla veya 1 porsiyon pilav daha fazla |
4.Taze sebze ve meyve |
3–4 porsiyon; |
1–2 porsiyon daha fazla |
2 porsiyon daha fazla |
Türk Perinatoloji Derneği Sitesinden alınmıştır.
Gebelikte Oruç
–Gebelerin oruç tutması sakıncalı mıdır?
–Oruç gebeyi nasıl etkiler?
–Anne karnındaki bebek oruçtan nasıl etkilenir?
Normalde insanlar açlığa uzun süre dayanılabilirken gebelikte bu süre üçte bir oranında daha kısadır. Nitekim dinimizde de gebelik ve emzirme dönemindeki kadınlar için oruç yükümlülüğü yumuşatılmıştır. Gebeler, hem kendileri hem de taşıdıkları bebekleri için daha fazla miktarda kalori, protein, mineral ve vitamine ihtiyaç duyarlar. Gebelikte vücutta şeker kullanımının artması sonucunda kan şeker düzeyleri düşer ve daha sık acıkılır. Şeker seviyesini sabit tutabilmek için sık ve küçük porsiyonlar halinde beslenilmesi gerekir. Halbuki oruç tutulması durumunda bu prensibe uymak zordur. Beslenmenin sürekli olmaması düşük kan şekeri seviyelerine, düşük şeker seviyesi ise yağ hücrelerinin yıkımına, bu da kanda keton cisimciklerinin artmasına neden olur. Keton cisimciklerinin kanda artmasının ve bebeğe geçmesinin nörolojik ve psikolojik yan etkileri ise çok iyi bilinmemekle birlikte, yıllar sonra bazı yan etkilerinin olabileceğinden söz edilmektedir.
Diğer yandan gebelikte vücudun sıvı ihtiyacı artar. Bu nedenle gebelikte sıvı alımının da arttırılması gereklidir. Sıvı alımındaki azalma veya sıvı kaybının artması (terleme, ishal…), annenin böbrek fonksiyonlarını, kan basıncını ve sonunda bebeğin içinde yüzdüğü amniyon sıvısını etkileyebilir. Bu nedenle oruç tutan anne adayının gebelikte yeterli kalori ve sıvıyı alamaması veya aldığı halde vücudun mevcut bazı hastalıkları nedeni ile bunları gün içine düzgün yayamaması durumunda genel bir halsizlik, yorgunluk, tansiyon düşmesi, baş dönmesi, sinirlilik, ağızda kuruluk, az idrara çıkma, kabızlık, ateş yükselmesi gibi yan etkiler ortaya çıkabilir. Sahur ve iftar saatlerinde gereğinden fazla besini depolama çabası da anne adayında hazımsızlık, kilo artışı gibi şikayetlere neden olabilir. Aç olarak (sahur yapmadan) oruca başlama isteği ise daha ağır yan etkilere yol açar. Az sıvı alımına cevap olarak terleme azalacağından, vücutta toksik maddelerin birikimi artar. Kapalı giysiler ile sıcakta dolaşmak, yorucu hareketler yapmak veya sıcak ortamlarda çalışmak da bu gibi yan etkileri ağırlaştırır.
Gebelikte oruç tutulması ile ilgili olarak yapılmış bilimsel çalışmalar kısıtlıdır. Genelde, sağlıklı bireylerde, gebelikteki açlık dönemlerinin dolayısı ile tutulan orucun anne ve bebeği üzerine olan etkileri çok önemli düzeyde değildir. Oruçta, bazı vitaminlerin ve eser maddelerin alımı daha az olabilmektedir. Bunların desteklenmesine özellikle dikkat edilmelidir. Gebeliğin ilk aylarındaki bulantı ve aşerme dönemlerinde orucun yaratacağı yan etkiler daha derin olabilir. İleri dönemlerde ise bebek hareketlerinde ve bazı fonksiyonlarda (kalp, solunum, hareket…) geçici yavaşlamaların, azalmaların görüldüğü bildirilmiştir. Oruç tutan annelerde stres hormonu daha yüksek bulunmuştur. Gebeliğin büyüme ve hızlı büyüme dönemlerinde oruç tutmuş olan annelerin biraz daha düşük ağırlıklı bebekler doğurdukları, ancak bunun istatistiksel bir anlamlılığının olmadığı bilinmektedir. Normalde bu tür bebekler %4 oranında görülürken, oruç tutan annelerin bebeklerinde bu oran %8’dir. Bir çalışmada gebeliğin son üç ayında tutulan orucun sezaryen oranını ve şeker hastalığını arttırdığı, yenidoğan bakım ihtiyacının arttığı (kuvöz gereksinimi) ifade edilmiş, ancak benzer diğer çalışmalarda bu yönde yan etkiler bildirilmemiştir.
Gebede şeker hastalığı kalp hastalığı veya hipertansiyon, böbrek, barsak, karaciğer veya mide hastalığı varsa oruç tutulmamalıdır. İshal ve kusma süreçlerinde de vücut toleransı azalacağından istenmeyen yan etkilerin ortaya çıkmaması için oruç tutulmamalıdır. Ülkemizde kendi hastalıklarından haberdar olan gebelerin oranı nispeten düşük olduğundan gebelik öncesinde gizli kalmış olan bu gibi durumlar, oruç tutan gebelerde hem annenin kendisi, hem de bebeği için sakınca yaratabilir. Bu nedenle, anne sağlığı iyi araştırılmadan tutulacak orucun tamamen zararsız olacağı ifade edilmemeli, gebeler bu yönde cesaretlendirilmemelidir. Gebelik sırasında inancı gereği oruç tutmak isteyen anne adayları mutlak surette kendilerini izleyen hekim ve sağlık personelinin denetiminde, diyet danışmanlığı da aldıktan sonra oruç tutmaya başlamalıdırlar. Mevcut önemli bir hastalığı bulunanlar oruç tutmamalıdırlar. Gündüz saatlerinde ve sıcak havalarda daha fazla dinlenmeli, terleme yoluyla sıvı kaybını azaltmalıdırlar. Yorucu egzersiz veya kapalı giysilerle sıcakta yürüyüş yapmamalıdırlar. İftarda hafif gıdalar almalı, sindirimi zor yemeklerden uzak durmalı, iftarın sonrasında bir veya iki öğün daha yemeli ve sahur yapmayı ihmal etmemelidirler.
Emzirme döneminde de sıvı ve besin alımının düzenli ve yeterli olması önemlidir. Gebelik için sayılan oruç tutmanın yan etkileri, emziren anneler için de geçerlidir. Bu dönemde oruç tutuluyorsa özellikle sıvı ve vitamin desteği ihmal edilmemelidir. Aksi durumda ek besin gereksinimi artacak bu da bebeğin emdiği süt miktarının azalmasına, sütün daha az salgılanmasına hatta erken kesilmesine neden olacaktır.
KAYNAKLAR
1-Malhotra A, Scott PH, Scott J, Gee H, Wharton BA. Metabolic changes in Asian Muslim pregnant mothers observing the Ramadan fast in Britain. Br J Nutr. 1989 May;61(3):663–72.
2-Cross JH, Eminson J, Wharton BA. Arch Dis Child. Ramadan and birth weight at full term in Asian Moslem pregnant women in Birmingham. 1990 Oct;65(10 Spec No): 1053–6.
3-Rizzo G, Arduini D, Capponi A, Romanini C. Cardiac and venous blood flow in fetuses of insulin-dependent diabetic mothers: evidence of abnormal hemodynamics in early gestation. Am J Obstet Gynecol. 1995 Dec;173(6):1775–81.
4-Mirghani HM, Weerasinghe DS, Ezimokhai M, Smith JR. The effect of maternal fasting on the fetal biophysical profile. : Int J Gynaecol Obstet. 2003 Apr;81(1):17–21.
5-Kamyabi Z, Naderi T. The effect of Ramadan fasting on amniotic fluid volume. Saudi Med J. 2004 Jan;25(1):45–6.
6-Mirghani HM, Weerasinghe SD, Smith JR, Ezimokhai M. The effect of intermittent maternal fasting on human fetal breathing movements. J Obstet Gynaecol. 2004 Sep;24(6):635–7.
7-Kiziltan G, Karabudak E, Tuncay G, Avsar F, Tuncay P, Mungan O, Meral P. Dietary intake and nutritional status of Turkish pregnant women during Ramadan. Saudi Med J. 2005 Nov;26(11): 1782–7.
8-Mirghani HM, Weerasinghe S, Al-Awar S, Abdulla L, Ezimokhai M. The effect of intermittent maternal fasting on computerized fetal heart tracing. J Perinatol. 2005 Feb;25(2):90–2.
9-Rakicioğlu N, Samur G, Topçu A, Topçu AA. The effect of Ramadan on maternal nutrition and composition of breast milk. Pediatr Int. 2006 Jun;48(3):278–83.
10-Mirghani HM, Hamud OA. The effect of maternal diet restriction on pregnancy outcome. Am J Perinatol. 2006 Jan;23(1):21–4.
11-Mirghani HM, Salem M, Weerasinghe SD. Effect of maternal fasting on uterine arterial blood flow.J Obstet Gynaecol Res. 2007 Apr;33(2):151–4
12-Dikensoy E, Balat O, Cebesoy B, Ozkur A, Cicek H, Can G. The effect of Ramadan fasting on maternal serum lipids, cortisol levels and fetal development.Arch Gynecol Obstet. 2008 May 17.
Türk Perinatoloji Derneği Sitesinden alınmıştır.
Diyabetik gebelerin beslenmesi
Hamileliğiniz öncesi veya sırasında yakalandığınız diyabet hastalığınızı, düzenli ve bilinçli beslenerek, sağlıklı bir şekilde geçirebilirsiniz. Tabii bunun için en önemlisi, doktorunuzla ve diyetisyeninizle birlikte karar vereceğiniz beslenme programınızıyaşam şekliniz haline dönüştürmeniz.
Beslenmede dikkat etmeniz gereken en önemli kural ara öğünlerinizi ihmal etmemenizdir. Temel prensip aç kalmamaktır. Ara öğünde tam buğday ekmeği + peynir veya yoğurt, veya kepekli grisini + tahıllı şekersiz bisküvi, veya yulaf gevreği ile birlikte süt alınabilir. Sadece meyva yenmesi doğru değildir. Böylece karbonhidrat ile birlikte protein de alınmış olur. Bu şekilde vücudunuzun insülin salgıları düzene girer. Ayrıca almanız gereken kilo da dengelenmiş olur.
Normal olarak, hamileliğinizin 24. haftasında yaptıracağınız 50 gramlık oral glukoz tolerans testinizden 1 saat sonra ölçülen kan şekeri değerleriniz 140 mg/dl’nin üzerinde çıkar ise hekiminiz gestasyonel diyabetten şüphelenecektir. Bu kez 100 gramlık oral glukoz tolerans testiniz yapılır. Eğer öngörülen değerlerin üzerinde rakamlarınız tespit edilirse, gestasyonel diyabet tanınız konmuş olur.
Hamileliğin diyabeti ağırlaştırıcı bir dönem olduğunu unutmamalısınız. Dolayısıyla en az 6 ay önceden hamileliğiniz için hazırlıklara başlamanızda fayda vardır. Ailede şeker öyküsü olanlar, daha önce iri bebek doğuranlar, gebelik öncesi şeker ölçümleri yüksek bulunmuş olanların 24. haftaya kadar beklemesine gerek yoktur ve bu testler daha önce de yapılabilir. Düzgün çıkmaları durumunda 24 haftada tekrarlanmaları yine de gereklidir.
Diyabete eğilim varsa veya hamilelik diyabeti gelişmişse kan şeker düzeyi takibiniz önemlidir. Şeker düzeyiniz dengesizleştiğinde fazla glukoz ve yağlar plasenta yolu ile bebeğinize geçer, bebeğiniz bu besinleri alarak şişmanlamaya başlar.
Hamilelikte açlık kan şekerinin normal düzeyi 60 ile 90mg/dl’dir. Bu nedenle laboratuvar normalleri ile gebelik normallerini karıştırılmamanızda fayda vardır.
Hamileliğiniz öncesi diyabet hastasıysanız, bu özel sürecinizde diyetinize özellikle dikkat etmelisiniz. Hamilelere verilen günlük kalori 2000kcal’ın altında olmamalıdır. Ancak bu miktar kişi ağırlığına ve gebelik haftasına göre değişkenlik gösterebilir.
Kesinlikle basit şeker içeren gıdaları beslenme programınızda bulundurmamalısınız. Bunlar kolalı içecekler, çikolata, pasta, kek, tatlı, şekerleme tarzı gıdalardır. Ayrıca vücutta şekere dönüşen, nişastadan zengin yiyecekleri de belirli ölçülerde ve nadir olarak tüketmelisiniz. Örneğin; patates, havuç, börek, pirinçli gıdalar bu tür gıda gruplarıdır. Meyveleri belli miktarda yemelisiniz, çünkü bunların içinde karbonhidrat bulunur. Porsiyon olarak gün içine bölerek tüketmeniz gerekir.
Öğün atlamanız, yetersiz karbonhidrat tüketiminiz, fazla salgılanan insülin miktarınız, yoğun bir şekilde egzersiz yapmanız veya ilk aylarınızda aşermeniz nedeni ile kusma ve bulantılarınızın olması hipogliseminizin gelişmesine neden olabilir. Hipogliseminiz geliştiğinde 5–6 adet kesmeşeker veya 1 çay bardağı meyve suyu tüketmeniz gerekir. Bu şekilde kan şekeriniz 15 dakika içerisinde normale döner. Ancak bu gibi alışkanlıklar devam ederse hipoglisemi riski süreklilik kazanır. Sabah kalktığınızda ekmek, leblebi, tuzlu bisküvi, grisini gibi yiyecekler ile güne başlayabilirsiniz.
Dengeli beslenmenizin temeli 5 ana besin grubunu günlük olarak tüketmenizdir.
Süt-yoğurt
Sebze-salata
Meyve
Et-tavuk-peynir-yumurta
Yağ grubu-zeytin-kuru yemişler
Her öğünde lifli gıda alımınız, beslenmenizde önemlidir. Esmer ekmek, bulgur, yeşil yapraklı sebzeler, meyveler posa açısından zengindir. Kuru incir ve kayısı gibi posalı karbonhidratlar besinlerinizin bağırsaklarınızdan emilimini yavaşlatarak kan şekerinizin düzenlenmesinde etkin rol oynarlar. Beslenmenizi 2,5–3 saat aralıklarla yapmanız, yağlı ve baharatlı yiyeceklerden uzak durmanız sindiriminize ve metabolizmanıza yardımcı olur.
Şeker hastalarının gebeliğinde tatlandırıcı olarak sakarin yerine aspartam kullanımı önerilir.
Gebelere ve gebelikte şeker hastalığı olanlara egzersiz, jimnastik, yürüyüş önerilir. Ancak aç karnına bu aktivitelerin yapılması şeker dengesini daha çok bozar. Bu nedenle ara öğünden 30 dakika, ana yemekten 60 dakika sonra egzersize başlanmalıdır. Kan şekeri düzeyi diyet ve egzersiz ile kontrol altına alınamıyorsa zaman kaybetmeden insüline başlanmalıdır.
1800 kalorilik diyabetik gebelik diyetine örnek
Sabah: 2 kibrit kutusu kadar peynir
1 adet yumurta
2 ince dilim ekmek
1/2 su bardağı süt
Kuşluk: 1 porsiyon meyva + 1/2 bardak süt
Öğle : 1 porsiyon çorba
2 köfte kadar et veya tavuk veya balık
1 porsiyon sebze yemeği
1/2 su bardağı yoğurt
2 dilim ekmek
İkindi: 2 porsiyon meyva + yarım bardak yoğurt
Akşam: 4 köfte kadar et veya tavuk veya balık
2 yemek kaşığı kadar makarna veya pilav
1 porsiyon sebze yemeği
2 dilim ekmek
Gece: 1 su bardağı süt + 1 porsiyon meyva
Glisemik indeksi yüksek gıdalar Glisemik indeksi düşük gıdalar
Beyaz un Kepekli un
Beyaz şeker Esmer şeker
Beyaz pirinç Kepekli pirinç
Makarna Kepekli makarna
Patates Baklagiller
Reçel Meyve
Türk Perinatoloji Derneği Sitesinden alınmıştır.
Gebelikte Vitamin ve Mineraller
Doktor Dergisi 2009
Doç. Dr. Okan Özkaya
Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı, Isparta
Özet:
Sağlıklı ve düzenli beslenebilen tekil gebeliklerde, multivitamin – mineral kompleksi profilaksisine gerek yoktur. Hatta zararı olabilir. Ancak, folik asit mutlaka kullanılmalıdır. Folik asite gebelikten önce başlanmalı ve ilk 3 ay süresince kullanılmalıdır. Profilaktik demir kullanımı gerekli değildir. Hatta gastrointestinal sisteme olduğu gibi yan etkileri de olabilir. Ancak, anemi saptandığı zaman (Hb < 11 mg/dl, Hct < %30) tüm gebelere demir tedavi dozunda verilmelidir. Gebeliğin indüklediği hipertansiyon ve pre-eklampsi riskinin azaltılmasında halen vitamin-mineral kullanımının önemli olduğu kanıtlanamamıştır.
Gebelik anabolik bir durumdur. Gebelikte hem enerji ihtiyacında, hem de vitamin-mineral ihtiyacında artış vardır. Fetal kilo anne beslenmesi ile yakından ilişkili olup, özellikle son trimesterde annenin aldığı kilo ve beslenme durumu fetüsün doğum ağırlığında önemlidir. Yetersiz beslenme, mineral ve vitamin eksikliği kötü gebelik sonuçları ile ilişkilidir.
Gebelikte vitamin ve mineral yetersizliğinin en önemli nedenleri şunlardır;
Gebelikte yetersiz beslenme ve diyette yetersiz alım
İlaç, alkol ve madde bağımlılığı
Katı vejetaryenlik
Sigara kullanımı
Gebeliğe obezite veya düşük kilo ile başlanması gibi nedenlerdir.
Gebelikte beslenme, mineral ve vitamin alımından başka, maternal özelliklerin de gebeliğe etkisi vardır. Bu maternal özellikler arasında; sosyoekonomik durum, yaş, beslenme alışkanlığı, doğum sıklığı ve sayısı (parite), madde bağımlılığı, genel sağlık durumu bulunmaktadır. Gebelikte uygun beslenme ile; düşük doğum ağırlıklı (< 2500 g) fetüs oranlarını azaltmak, abortus ve preterm doğum oranlarını azaltmak, pre-eklampsi oranlarını azaltmak, demir eksikliği anemisini önlemek ve nöral tüp defekti (NTD) gibi bazı doğumsal anomalileri önlemek amaçlanmaktadır.
Her gebede aynı derecede kilo alımı amaçlanmamaktadır. Bunda belirleyici olan gebelik öncesi kilo durumudur. Bu durum Tablo 1’de gösterilmektedir.
Tablo 1. Gebelikte arzu edilen kilo alımı
Gebelik öncesi anne vücut kitle indeksi (kg/m2) |
Arzu edilen kilo (kg) |
BMI (< 19.8) |
12.5 – 18 |
Normal BMI (19.8 – 26) |
11.5 – 16 |
Yüksek BMI (26 – 28.9) |
7 – 11.5 |
Obezite (³ 29) |
< 7 |
Gebelikte vitamin-mineral eksikliği çok önemlidir. Çünkü birçok vitamin ve mineral eksikliği bazı genel ve spesifik hastalıklarla beraberdir. Bunlara örnek olarak; demir eksikliğinde anemi, folik asit eksikliğinde hematolojik ve konjenital bozukluklar, ciddi iyot eksikliğinde kretenizm ve mental retardasyon olması, magnezyum (Mg+2), selenyum (Se+2), bakır (Cu+2), kalsiyum (Ca+2) eksikliklerinde fetal gelişim bozuklukları ve pre-eklampsi riskinde artış verilebilir. Yine A vitamini eksikliğinde gece körlüğü, düşük doğum ağırlığı, IUGR, dekolman plasenta ve mental retardasyon gelişebilmektedir.
Gebelikte vitamin-mineral açısından kadınların desteklenmesi önemli olabilir. Çünkü geri kalmış ülkelerde halen 50 milyon kişi yetersiz demir alımına bağlı olarak anemiktir. Yine, tüm dünyada 1 milyon kadın ve çocukta vitamin A eksikliği vardır. Vitamin-mineral desteği özellikle geri kalmış ülkelerde önemlidir. Çünkü genel olarak bu ülkelerde hem yetersiz hayvansal gıda alımı, hem de yetersiz sebze-meyve alımı vardır. Bu nedenle UNICEF 1999 yılında, geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerde tüm gebelikte vitamin-mineral desteği verilmesi gerektiğini bildirmiştir. Bu vitamin-mineral kombinasyonunda; vitamin olarak A, B1, B2, B6, B12, C, D, E, folik asit bulunmalı iken, mineral olarak ise, selenyum, iyot, demir ve çinko olması gerektiğini bildirmiştir.
Gebelikte Mineraller
1. Gebelikte Demir Kullanımı
Gebelikte demir ihtiyacı artmaktadır. Bunun nedeni, 300 mg fetüse olan kayıp ve 500 mg annenin hemoglobini için demir kullanılmasıdır. Gebelikte demir ihtiyacı özellikle 2–3. trimesterde artmaktadır. Demir eksikliği durumunda; annede anemi, immünite bozukluğu (¯ lökosit granulasyonu) olabilirken, fetüste ise erken doğum riskinde artış ve düşük doğum ağırlığı olabilmektedir. Gebelikte demir profilaksisinde 30–60 mg/gün dozu yeterlidir. Ancak profilaktik demir kullanımının gerekli olduğunu gösteren halen kesin bir çalışma yoktur. UNICEF ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) özellikle geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerde mutlaka profilaktik kullanılması gerektiğini belirtmektedirler. Profilaktik demir kullanımı termde hemoglobinin < 10–10.5 g/dl olmasını engeller. Ancak, halen profilaktik demir kullanımının gerekli olduğunu gösteren yeterli kanıt yoktur. Aksine maternal yan etkileri gebeliği kötü olarak etkileyebilir. Ancak anemi saptanırsa (Hb < 11.0 g/dl) tedavi dozunda demir başlanmalıdır.
2. Gebelikte Kalsiyum ve Fosfor
Gebelikte Ca+2 ihtiyacı %33 oranında artmaktadır. Ancak gebelikte eksikliği nadir olarak görülmektedir. Çünkü gebelikte besinlerle yeteri kadar alınabilmektedir. Yapılan bazı çalışmalarda, düşük Ca+2 oranları ile gebeliğe bağlı hipertansiyon ve pre-eklampsi risk artışı olabileceği belirtilmektedir. Ancak halen gebelikte profilaktik kullanımı tartışmalıdır. Çünkü literatürde, gebelikte profilaktik kalsiyum kullanımının pre-eklampsi sıklığını azalttığını ve hiç etkili olmadığını belirten çalışmalar vardır ve halen pre-eklampsi riskini azalttığı kanıtlanamamıştır.
Fosfor besinlerde fazla miktarda olduğu için gebelikte fosfor desteği gerekli değildir.
3. Gebelikte Çinko Kullanımı
Çinko protein sentezi ve nükleik asit yapımında önemli bir mineraldir. Gebelikte eksikliği olursa; pre-eklampsi, erken membran rüptürü ve IUGR olabilmektedir. Gebelikte profilaktik çinko kullanımı erken doğum oranını %15 oranında azaltmaktadır. Ancak halen profilaktik kullanımının gerekli olduğunu gösteren yeterli kanıt yoktur.
4. Gebelikte İyot Kullanımı
İyot eksikliğinin en önemli sonuçları, kretenizm, mental retardasyon, erken doğum eylemi ve fetal ölüm riskinde artıştır. Ayrıca fazla alınması durumunda da fetal guatr olabilmektedir. Günlük 150 µg dozda alınması yeterlidir. Gebelikte mutlaka iyot verilmelidir. Ancak bunun için ilaç preparatı kullanmaya gerek yoktur. Çünkü gerekli ihtiyaç iyotlu tuz ile sağlanabilir.
5. Gebelikte Magnezyum Kullanımı
Gebelik, aksi düşünülse de magnezyum eksikliğine neden değildir. Gebelikte magnezyum eksikliği pre-eklampsi ve erken doğum riskinde artış ile ilişkili olabilir. Ancak yapılan çalışmalarda gebelikte profilaktik Mg+2 kullanımının herhangi bir gebelik sonucunda iyileşme sağlamadığı gösterilmiştir. Bu nedenle gebelikte profilaktik kullanımı gerekli değildir.
6. Gebelikte Diğer Mineraller
Bunlar arasında, bakır, selenyum, krom, manganez, molbdenyum ve flor bulunmaktadır. Bunların normal şartlarda gebelikte eksiklikleri bildirilmemiştir. Ayrıca halen eksikliklerinin önemi de belli değildir. Bu nedenle gebelikte profilaktik kullanımları önerilmemektedir.
Gebelikte Vitaminler
1. Gebelikte Vitamin — A Kullanımı
Gebelikte A vitamini ihtiyacı %20 oranında artmaktadır. Gebelikte A vitamini eksikliği, gece körlüğü, mental retardasyon, IUGR, düşük doğum ağırlığı, immün sistem bozukluğu ve plasenta dekolmanı ile ilişkili bulunmuştur. WHO 1998 yılında yayınladığı bir bildiride A vitamini eksikliğinin olduğu endemik bölgelerde tüm gebelik ve laktasyonda profilaktik olarak A vitamini verilmesini önermiştir. Yine 1998 yılında Nepal ve Endonezya’da yapılan geniş katılımlı çalışmalarda, gebelikte profilaktik A vitamini verilmesi ile mental retardasyon ve anemi oranlarının azaldığı saptanmıştır. Ancak tüm bu verilere rağmen gebelikte profilaktik A vitamini kullanımının yararı tartışmalıdır. Ayrıca günlük 700 µg’dan fazla dozda alınmasının teratojen olabileceği unutulmamalıdır.
2. Gebelikte Vitamin — D Kullanımı
Gebelikte D vitamininin aktif metaboliti (1–25 OH2-D3) artarken, inaktif metaboliti (25 OH-D3) azalmaktadır. Gebelikte D vitamini eksikliği nadirdir. Gebelikte D vitamini eksikliğinde, neonatal tetani, fetal rikets ve bebekte anormal diş gelişimi gözlenebilmektedir. Ayrıca D vitamini yüksek dozda toksiktir. Yapılan önemli çalımlarda gebelikte profilaktik kullanımının gerekli olmadığı gösterilmiştir.
3. Gebelikte Vitamin — E Kullanımı
Gebelikte E vitamini seviyesinde düşüş yoktur. Gebelikte yetersiz E vitamini alımında, pre-eklampsi, düşük doğum ağırlığı ve plasenta dekolmanı riskinde artış olabilir. D vitamininden farklı olarak gebelikte E vitamini yüksek dozda toksik değildir. Ancak yapılan çalışmalarda, gebelikte profilaktik E vitamini verilmesinin pre-eklampsi ve düşük doğum ağırlığını azalttığı yönünde yeterli kanıt bulunamamıştır. Bu nedenle gebelikte profilaktik kullanımı önerilmemektedir.
4. Gebelikte Vitamin — K Kullanımı
Gebelikte K vitamini eksikliği son derece nadirdir. Gebelikte profilaktik kullanımı önerilmemektedir. Hatta gebelikte birçok pıhtılaşma faktörünün arttığı düşünülürse K vitamini kullanımı tromboz oluşumuna neden olması açısından tehlikeli bile olabilmektedir.
5. Gebelikte Vitamin — C Kullanımı
C vitamini bağdokusu ve kollajen yapımı ile antioksidan sistemde görev alan bir vitamindir. Gebelikte C vitamini seviyesi %50 oranında azalmaktadır. Bunun nedeni hem fetüse olan kayıp hem de gebeliğe bağlı hemodilüsyondur. Gebelikte C vitamini eksikliğinde pre-eklampsi, düşük doğum ağırlığı ve anemi saptanabilmektedir. Gebelikte yeterli alım diyetten sağlanabilir. Yapılan çalışmalarda gebelikte profilaktik C vitamini verilmesinin kötü gebelik sonuçlarını azalttığına dair herhangi bir kanıt yoktur. Hatta bazı çalışmalarda erken doğum eylemi riskini hafif derecede arttırdığı saptanmıştır.
6. Gebelikte B Vitaminler
Gebelikte tüm B vitamin bileşenleri azalmaktadır. Tiamin (B1 vitamini) ve Riboflavin (B2 vitamini)’in gebelikte eksiklikleri nadirdir. Bu nedenle de ekstra desteğe gerek yoktur.
Vitamin B6
Gebelikte tek başına B6 vitamini eksikliği nadir olup, genellikle diğer B vitaminler ile beraber eksikliği görülür. Gebelikte vitamin B6 eksikliğinde, pre-eklampsi, karbonhidrat intoleransı, hiperemezis gravidarum gibi gebelik bulantı kusmalarında artış, infantta nörolojik bozukluklar ve immün sistem bozuklukları izlenebilir. Gebelikte profilaktik kullanımın yararlı etkinliği saptanamamıştır. Aksine fazla kullanımda halsizlik ve yürüme bozukluğuna sebep olabilir.
Madde bağımlılığı, çoğul gebeliği, adolesan gebeliği olanlarda ve yetersiz beslenenlerde 2 mg/gün dozunda vitamin B6 verilmelidir.
Vitamin B12
Vitamin B12 eksikliğinde, megaloblastik anemi, fetal ölüm ve fetal nörolojik-davranış bozuklukları izlenebilir. Normalde gebelikte besinlerle yeterli alım sağlanabilir. Bu nedenle gebelikte profilaktik kullanım gerekli değil. Ancak, katı vejetaryenlerde, malabsorbsiyon bozukluğunda profilaktik kullanımı gerekmektedir.
7. Gebelikte Folik Asit Kullanımı
Gebelikte serum folik asit seviyesi azalmaktadır. Gebelikte folik asit eksikliğinde, megaloblastik anemi, düşük doğum ağırlığı ve fetal anomali oranları artmaktadır. Gebelikte kullanımının yararlı olduğunun kanıtlandığı tek vitamindir. Burada önemli olan nöral tüpün kapanma süreci olan döllenmeden sonraki ilk 3–4 hafta folik asitin mutlaka kullanılması gerekliliğidir. Folik asit 400 µg/gün dozunda gebelikten önce başlanmalı ve 1. trimester boyunca (ilk 3 ay) kullanılmalıdır. Önceki gebeliğinde nöral tüp defekti (NTD) olan bebek doğurma öyküsü olan kadınlarda folik asit dozu 4 mg/gün olmalıdır. Ancak maalesef ülkemizde gebelerin sadece % 4–5 kadarı folik asiti gebelikten önce başlamaktadırlar. Birçoğu ise hiç kullanmamaktadır. Bu nedenle gebe kalmayı düşünen tüm kadınların folik asitten zengin olan yeşil yapraklı besin tüketimine önem vermeleri gerekmektedir. Hatta daha önemlisi devlet politikası olarak günlük besinlere folik asit eklenerek (örneğin ekmeğe) kadınların folik asit almaları sağlanmalıdır. Bu şekilde bazı çalışmalarda 1/1000–4000 olarak verilen NTD riski çok daha az oranlara çekilebilecektir.
Gebeliğin İndüklediği Hipertansiyon ve Pre-eklampside Vitamin ve Mineraller
Pre-eklampside, lipid peroksidasyonunda ve serum homosistein düzeyinde artış varken, vitamin C düzeyinde azalma vardır. Yapılan çalışmalarda antioksidan tedavi ile pre-eklampsinin sıklığının azaltılabileceği belirtilmiştir. Bir çalışmada gebelikte profilaktik multivitamin kullanımı ile %45 oranında pre-eklampsi riskinin azaldığı bulunmuştur. Burada esas etkinin vitaminlerin sinerjistik etkisine bağlı olabileceği vurgulanmıştır. Ancak birçok çalışmada antioksidan olan E vitamini ve C vitamini kullanımının pre-eklampsi riskini azaltmadığı saptanmıştır. Bugün için pre-eklampsi riskinin azaltılmasında, herhangi bir vitamin – mineral kombinasyonunun kullanılması gerekliliği konusunda konsensüs sağlanamamıştır.
Gebelikte Profilaktik Multivitamin-Mineral Kullanımı Gerekli mi?
Literatürde önemli çalışmaların incelenip değerlendirildiği ve yayınlandığı Cochrane literatüründe 2006 ve 2009 yıllarında yapılan 2 önemli derlemede aşağıdaki sonuçlar bulunmuştur.
Bu iki çalışmada da, gebelikte multivitamin – mineral kompleksi kullanımı ile düşük doğum ağırlığı ve maternal aneminin anlamlı olarak azaltıldığı saptanmıştır. Yine aynı çalışmalarda, gebelikte demir + folik asit kullanımı ile de düşük doğum ağırlığı ve maternal aneminin anlamlı olarak azaldığı saptanmıştır. Bu çalışmalarda her iki grup karşılaştırıldığında (multivitamin – mineral kompleksi kullanan grup ile demir + folik asit kullanan grup) gruplar arasında gebelik sonuçları açısından anlamlı farklılık saptanmamıştır. Bunun nedeni multivitamin – mineral kompleksi kullanan grupta gebelik sonuçlarının iyi olmasına, içerikteki demir ve folik asitin etkili olmasıdır. Yani gebelere sadece demir ve folik asit verilerek de yararlı etki elde edilebilmektedir.
Sonuçlar
Sağlıklı ve düzenli beslenebilen tekil gebeliklerde, multivitamin – mineral kompleksi profilaksisine gerek yoktur. Hatta zararı olabilir.
Ancak, folik asit mutlaka kullanılmalıdır. Folik asite gebelikten önce başlanmalı ve ilk 3 ay süresince kullanılmalıdır.
Profilaktik demir kullanımı gerekli değildir. Hatta gastrointestinal sisteme olduğu gibi yan etkileri de olabilir. Ancak, anemi saptandığı zaman (Hb < 11 mg/dl, Hct < %30) tüm gebelere demir tedavi dozunda verilmelidir.
Gebeliğin indüklediği hipertansiyon ve pre-eklampsi riskinin azaltılmasında halen vitamin-mineral kullanımının önemli olduğu kanıtlanamamıştır.
Kaynaklar
Lunet N, Rodrigues T, Correia S, Barros H. Adequacy of prenatal care as a major determinant of folic acid, iron, and vitamin intake during pregnancy. Cad Saude Publica 2008; 24: 1151–7.
Glenville M. Nutritional supplements in pregnancy: commercial push or evidence based? Curr Opin Obstet Gynecol 2006; 18: 642–7.
Picciano MF. Pregnancy and lactation: physiological adjustments, nutritional requirements and the role of dietary supplements. J Nutr 2003; 133:1997–2002.
Strobel M, Tinz J, Biesalski HK. The importance of beta-carotene as a source of vitamin A with special regard to pregnant and breastfeeding women. Eur J Nutr 2007; 46 :1–20.
Zimmermann M, Delange F. Iodine supplementation of pregnant women in Europe: a review and recommendations. Eur J Clin Nutr 2004; 58: 979–84.
Black RE. Micronutrients in pregnancy. Br J Nutr 2001; 85: 193–7.
Ladipo OA. Nutrition in pregnancy: mineral and vitamin supplements. Am J Clin Nutr 2000; 72: 280–90.
Aguayo VM, Koné D, Bamba SI, Diallo B, Sidibé Y, Traoré D, Signé P, Baker SK. Acceptability of multiple micronutrient supplements by pregnant and lactating women in Mali. Public Health Nutr 2005; 8: 33–7.
Allen LH. Multiple micronutrients in pregnancy and lactation: an overview. Am J Clin Nutr 2005; 81: 1206-12.
Nilsen RM, Vollset SE, Rasmussen SA, Ueland PM, Daltveit AK. Folic acid and multivitamin supplement use and risk of placental abruption: a population-based registry study. Am J Epidemiol 2008; 167: 867–74.
Antenatal care. National Collaborating Centre for Women’s and Children’s Health. Commissioned by the National Institute for Health and Clinical Excellence. March 2008.
Rumbold A, Duley L, Crowther CA, Haslam RR. Antioxidants for preventing pre-eclampsia. Cochrane Database Syst Rev 2008, 23;(1):CD004227.
Mahomed K. WITHDRAWN: Iron and folate supplementation in pregnancy. Cochrane Database Syst Rev 2007, 18;(3):CD001135
Mahomed K. WITHDRAWN: Folate supplementation in pregnancy. Cochrane Database Syst Rev 2007, 18;(3):CD000183.
Pena-Rosas JP, Viteri FE. Effects of routine oral iron supplementation with or without folic acid for women during pregnancy. Cochrane Database Syst Rev 2006, 19;3: CD004736.
Rumbold A, Crowther CA. Vitamin C supplementation in pregnancy. Cochrane Database Syst Rev 2005, 18;(2):CD004072.
Rumbold A, Crowther CA. Vitamin E supplementation in pregnancy. Cochrane Database Syst Rev 2005, 18;(2):CD004069.
Türk Perinatoloji Derneği Sitesinden alınmıştır.
Gebelikte Egzersiz
Dr.Resul ARISOY– Dr.Murat YAYLA
Özet: Düzenli egzersiz, kemik ve kas yapılarını kuvvetlendirerek ve psikolojik stresi azaltarak insanları sağlıklı kılar. Bu durum gebelikte de aynıdır. Gebelik duygusal, sosyal ve psikolojik durumları, fiziksel uygunluğu etkiler. Her ne kadar gebelik sırasında bunların çoğu normal olsa da, egzersiz ile bu uyumsuzluk azaltılabilir. Egzersiz haftada üç veya dört kez ve en fazla 30 dakika sürmelidir.
Gebelikte egzersizin yararları
- Dolaşım ve solunum fonksiyonlarını düzenler
- Kabızlığın ve şişkinliğin azalmasına yardımcı olur
- Sosyal ve psikolojik açıdan iyiliği arttırır
- Fazla kilolardan korunmada etkilidir
- Gebelik diyabetinden koruyabilir
- Kasların gücünü ve dayanıklılığını arttırır
- Doğumu kolaylaştırır ve olası sorunları azaltır
- Vücut duruşunu iyileştirir ve sırt ağrılarını azaltır
- Uyku kalitesini arttırır
Ayrıca yüzen gebelerin egzersiz yapmayanlara oranla daha az erken doğum riskine sahiptirler. Düzenli aktivite aynı zamanda gebelik süresince formda kalmanıza yardımcı olur ve iş yaparken duyduğunuz ağrıyla baş edebilme yeteneğinizi arttırabilir. Bu da doğumdan sonra tekrar forma girmenizi kolaylaştırır. Bununla birlikte gebelikte kesinlikle kilo vermek için egzersiz yapılmamalıdır.
Gebelik vücudunuzda birçok değişiklik yaratır. Bunların bazıları egzersizlerin yapılabilirliği üzerine etkiler oluşturacaktır. Gebelikte üretilen hormonlar eklemleri destekleyen bağların gevşemesine neden olur. Bu da eklemlerin daha kolay hasar görmesine neden olur. Ani ve hızlı hareketler yaralanma riskini arttırabilir. Gebelikte fazla kilolardan ve vücudun önündeki ekstra ağırlıktan dolayı ağırlık merkezi yer değiştirir. Özellikle kalça ve sırt eklemlerine ve kaslarına yük bindirir. Bu durum dengenin bozulmasına neden olup; düşmelere neden olabilir.
Egzersiz programına başlamadan önce, aktiviteyi engelleyecek herhangi bir obstetrik veya dahili hastalık açısından gebeler mutlaka değerlendirilmelidir. Gebelerde bunun için hekimine başvurmalıdır. Uygun olan egzersiz programına gebe ile birlikte tartışılıp karar verilmelidir.
Egzersizin sakıncalı olabileceği durumlar
- Kontrolsüz hipertansiyon ve hiperglisemi
- Erken doğun risk faktörü olanlar
- Vajinal kanaması olanlar
- Prematür membran rüptürü olanlar
Güvenli Egzersizi Seçmek
Gebelikte yapılan egzersizin hem anne hem de fetusta yaratabileceği potansiyel tehlikelerinin önlenmesi için yapılan aktivitenin tipi, şiddeti ve süresinin bilinçli bir şekilde düzenlenmesi gerekir. Ayrıca, gebelik haftasına göre de aktivite seçimi ve egzersizin dozu ayarlanmalıdır. Gebelikte çoğu egzersiz güvenlidir. Bununla birlikte, bazı egzersiz tipleri rahatsız, yorucu veya gebeliğe zararlı pozisyonları veya hareketleri kapsar. Örneğin, sırt üzeri yatması gereken gebeler egzersiz yapmamalılar. Uzun süre ayakta durmaktan da mümkün olduğunca kaçınmalıdırlar.
Bazı sporlar yeni başlayanlar için bile gebelikte güvenlidir.
Yürüme herkes için iyidir. Tempolu yürüyüş vücuda eşit yük bindirir; eklemler ve kaslar için kolaydır. Gebelikten önce aktif olmayanlar için, yürüyüş ile bir egzersiz programına başlamak harika bir yoldur. Yüzmek vücut için çok iyidir çünkü birçok kası çalıştırır. Su vücut ağırlığını destekler böylece yaralanma ve kas gerilmesinden korur. Aynı zamanda serin kalmayı sağlar ve ayakların şişmesini engeller. Bisiklet iyi bir aerobik egzersizidir. Fakat büyüyen karın dengeyi etkileyip düşmeyi kolaylaştırabilir. İleri gebelik haftalarında destekli veya arkasına yaslanılan bisikletler daha güvenli olarak kullanılabilir.
Gebelikten önce yapılan ve devam edilebilen sporlar da güvenlidir.
Gebelikten önce koşucu olanlar, genellikle alışkanlıklarını değiştirmek gerekse de koşuya devam edebilirler.
Değişen vücut dengesi nedeniyle bazı kort sporlarında (badmington ve tenis gibi), hızlı hareketleri yapmak zorlaşabilir. Bu da düşme riskini artırır. İleri gebelik haftalarında kısıtlamak gerekir.
Vücut geliştirme kasları daha kuvvetli yaparak hamilelikte sık yaşanan ağrı ve sancılardan korunmada etkili olabilir.
Gebelik süresince kaçınılması gereken aktiviteler:
Yüksek tepeden kayma, su kayağı, buz pateni
Temas gerektiren sporlar (futbol, voleybol veya basketbol gibi)
Skuba dalgıçlığı
Jimnastik
Ata binme
Dikkat edilmesi gereken hususlar
Gebelikte egzersiz en rahat ilk 24 haftada yapılır. Son 3 ayda, kolay görünen birçok egzersizi yapmak zorlaşabilir. Bu da normaldir.
Egzersiz yapmanın üzerinden zaman geçtiyse, yavaş başlamak gerekir. Günde 5 dakika kadar az süren egzersizler ile başlayıp ve günde 30 dakikaya kadar her hafta 5 dakika eklenerek aktivite arttırılabilir.
Her zaman egzersize 5–10 dakika ısınma süresi ile başlamak gerekir. Bunlar, yavaş yürüme gibi kaslarınızı hazırlayan hafif aktivitelerdir. Isınma sırasında, kasların gerinmesi, sertleşme ve ağrıdan korur. Her germede 10–20 saniye beklemek gerekir.
Egzersizi, aktiviteyi yavaşça azaltarak ve soğuyarak sonlandırmak gerekir. Bu kalp hızınızın normal düzeylere inmesine izin verir. 5–10 dakika dinlenme ve tekrar germe de kaslarınızın ağrımasını engeller.
Egzersiz yaparken, eklemleri zorlayacak atlama, sarsıcı hareketler veya hızlı değişiklikler gibi aktivitelerden kaçınılmalıdır.
Gebelikte fazla ısınmadan doğacak bazı riskler mevcuttur. Bu sıvı kaybına, dehidrasyona ve gebelik problemlerine yol açabilir.
Egzersiz yaparken güvenli ve sağlıklı egzersiz için şu kurallara dikkate edilmelidir:
- İlk trimesterden sonra sırtüstü egzersizlerden kaçınılmalı
- Sıcak veya nemli havada veya ateşiniz varsa tempolu egzersizden kaçınılmalı
- Serin tutacak rahat giysiler seçilmeli
- Vücuda tam oturan ve göğüsleri korumayı sağlayacak kadar yeterli destekleyen bir sütyen kullanılmalı
- Fazla ısınmadan ve dehidrasyondan korunmak için bol su içilmeli
- Gebelik boyunca ihtiyaç olan günlük ek kaloriler tüketilmeli.
Egzersiz bitkin düşene kadar yapılmamalıdır. Fazla egzersiz yapılmasının göstergeleri bilinmelidir. Bu durumlardan biriyle karşılaşıldığında egzersize son verilmelidir.
Egzersize ne zaman son verilmeli?
- Bayılma hissi
- Bacaklarda ağrı veya şişme
- Artmış nefes darlığı
- Uterin kasılmalar
- Göğüs ağrısı
- Azalmış fetal hareket
- Baş ağrısı
- Vajinal kanama
- Kas yorgunluğu
- Vajinadan akıntı gelmesi
Gebelik süresince yapılan egzersiz doğum sonrası toparlanmayı da hızlandırır. Doğum sonrası bazı kadınlar birkaç gün sonra rutin egzersizlerine devam edebilir; bazıları ise rutinlerine dönmek için daha fazla zamana ihtiyaç duyabilir. Yürüyüş egzersize dönmek için iyi bir yoldur. Haftada birkaç kere tempolu yürüyüş yaparak daha yorucu egzersizlere hazırlanılabilir. Güçlendikçe de daha ağır egzersizlere geçilebilir.
Sonuç olarak gebelik süresince egzersiz doğuma hazırlamaya yardımcı olur. Daha sonra egzersiz ise forma girmenize yardımcı olur. Bir egzersiz programına başlamadan önce, doktora danışılmalıdır.
KAYNAKLAR
American College of Obstetricians and Gynecologists. Exercise during pregnancy and the postpartum period. Clin Obstet Gynecol. 2003;46(2):496–9.
Clapp JF. Exercise during pregnancy: a clinical update. Clin Spotrs Med. 2000;9(2):273–86
Riemann MK, Kanstrup Hansen IL. Effects on the fetus of exercise in pregnancy (review). Scand J Med Sci Sports, 2000;10(1):12–19.
Wolfe LA, Weissgerber TL.Clinical physiology of exercise in pregnancy: a literature review. J Obstet Gynaecol Can. 2003) Jun; 25(6):451–3.
Parker KM, Smith SA. Aquatic-Aerobic Exercise as a Means of Stress Reduction during Pregnancy.J Perinat Educ. 2003 Winter;12(1):6–17.
Mottola MF. Exercise prescription for overweight and obese women: pregnancy and postpartum. Obstet Gynecol Clin North Am. 2009 Jun;36(2):301–16
Gavard JA, Artal R. Effect of exercise on pregnancy outcome. Clin Obstet Gynecol. 2008 Jun;51(2):467–80.
Oken E, Ning Y, Rifas-Shiman SL, Radesky JS, Rich-Edwards JW, Gillman MW. Associations of physical activity and inactivity before and during pregnancy with glucose tolerance. Obstet Gynecol. 2006 Nov;108(5):1200–7.
Chasan-Taber L, Schmidt MD, Pekow P, Sternfeld B, Manson JE, Solomon CG, Braun B, Markenson G. Physical activity and gestational diabetes mellitus among Hispanic women. J Womens Health (Larchmt). 2008 Jul-Aug;17(6):999‑1008.
Zhang C, Solomon CG, Manson JE, Hu FB. A prospective study of pregravid physical activity and sedentary behaviors in relation to the risk for gestational diabetes mellitus. Arch Intern Med. 2006;166:543–8.
Dempsey JC, Butler CL, Sorensen TK, Lee IM, Thompson ML, Miller RS, et al. A case-control study of maternal recreational physical activity and risk of gestational diabetes mellitus. Diabetes Res Clin Pract. 2004;66:203–15.
Juhl M, Kogevinas M, Andersen PK, Andersen AM, Olsen J. Is swimming during pregnancy a safe exercise . Epidemiology. 2010 Mar;21(2):253–8.
Türk Perinatoloji Derneği sitesinden alıntıdır.
Gebelikte Saç Boyaları
Gebelik ve Saç Boyaları (Derleme)
Oluş Api, Orhan Ünal, Cihat Şen
ÖZET: Gebelikte saç boyası kullanımının güvenilirliği yönündeki endişe günümüzde henüz net olarak aydınlatılamamıştır. Ayrıca insanın değişen çevre ile etkileşimi konusundaki yeni bilgilere ulaşması bu konuda mutlak verilere ulaşılmasının da çok kolay olmayacağını düşündürmektedir. Plasentanın anne kanındaki birçok maddenin fetüse geçişini sağlayan geçirgen bir organ olduğu bilindiği için gebelikte kullanılan saç boyalarının fetüse ne oranla geçtiği ve yol açabileceği etkiler birçok hayvan ve insan çalışmasında araştırılmıştır. Bu çalışmalar ile saç boyalarının olası teratojen, mutajen ve karsinojen potansiyelleri ortaya çıkarılmaya uğraşılmıştır. DeSerres’in 1976 yılında günlük hayatta karşılaşılan çoğu maddenin aslında mutajenik potansiyeli olduğunu ortaya koymasının ardından saç boyalarının güvenilirliği in vitro çalışmalarda test edilmiş ve bakteri ile memeli hücre kültürlerinde mutajenik aktiviteleri olduğu gösterilmiştir. 1975 yılında Ames ve arkadaşları bazı saç boyalarının Salmonella typhimurium mutant Ta 1538 suşunda mutajenik etki gösterdiğini bulmuşlardır. Venitt ve ark., Kirkland ve Venitt ile Benedict 1975 ve 1976 yıllarında yaptıkları çalışmalarda ise saç boyalarına maruz bıraktıkları memeli hücre kültürlerinde kromozom ve kromatid aberasyonları oluştuğunu bildirmişlerdir. Palmer ve ark. 1976 yılında değişik tipte birçok saç boyasının L5178Y fare lenfoma hücrelerinin thymidin kinaz lokusunda mutajenik olarak aktif olduğunu bulmuşlardır.1977 yılında Burnett ve ark. saç boyalarının gen mutasyonlarına yol açmadaki riskini belirleyebilmek amacıyla dominant lethal mutajenite çalışması yapmışlardır. Dominant lethal testte amaç, nonviabl zigotlara ve pre ve postimplantasyon kayıplarına yol açacak kromozomal hasarları tespit etmektir. Bu çalışmada in vitro testlerle mutajenik olarak aktif olduğu ortaya konmuş saç boyalarının in vivo etkileri araştırılmıştır. Ames’in in vivo mutajenik aktif olduğunu gösterdiği 11 saç boyası kimyasal maddesi (Tablo 1) Charles River CD tipi erkek sıçanlara 8 hafta boyunca haftada 3 kez olmak üzere 20 mg/kg dozuyla intraperitoneal olarak verilmiştir. Ardından 2 hafta içinde dişi sıçanlarla çiftleşmeleri sağlanmıştır. Çalışmada kullanılan bu doz, insanda ayda 1 kez topikal olarak kullanılan 2 g (40 mg/kg) saç boyası dozunun yanında abartılı denecek şekilde yüksek kalmaktadır. Ancak, sıçanlarda bu yüksek dozda bile dominant lethal etkiyi gösterecek postimplantasyon fetal kayıpta bir artış izlenmemiştir.
1978 yılında DiNardo ve ark. yaptıkları çalışmada 5 oxidatif saç boyasını (4,4’-diaminodiphenylene sülfat, N’-(2-hydroxyethyl)-4-nitro-O-phenylenediamnie, N,N-dimethyl-p-phenlenediamine, 2,3-dihydroxynaphtelene ve resorcinol) teratojen potansiyelleri açısından değerlendirmişlerdir. Boyalar Sprague-Dawley tipi gebe sıçanlara oral yolla 12,5–500 mg/kg dozlarında gebeliğin 6.-15. günleri arasında verilmiş; hiçbir toksisite bulgusuna rastlanılmamıştır. Yalnız 4,4’-diaminodiphenylene sülfat, N’-(2-hydroxyethyl)-4-nitro-O-phenylenediamnie, 2,3-dihydroxynaphtelene yüksek dozda verildiğinde maternal kilo alımında anlamlı bir azalma gözlenmiştir. Ancak, saç boyası verilen grup kontrol grubu ile karşılaştırıldığında fetal dış yapılarda, visseral veya iskelet sistemine ait anomalilerde anlamlı bir farklılık gözlenmemiştir. Ayrıca, Picciano ve ark. 1983 ve 1984 yıllarında yaptıları çalışmalarda, 4-chlororesorcinol,m-phenylenediamine,pyrogallol, 6-chloro-4-nitro-2-aminofenol,o-chloro-paraphenylenediamine ve N-phenyl-paraphenylenediamine kimyasallarını teratolojik açıdan değerlendirmişler ve herhangi embryotoksik/fetal toksik etki tespit etmemişlerdir.
Saç boyası endüstrisi de 1970’li yıllarda ürün güvenliği konusunda birtakım çalışmalar yapmıştır. Kinkel ve Holzmann (1973), Wernick et al. (1975) ve Burnett et al. (1976) yaptıkları çalışmalarda saç boyalarını sıçanlara 2 yıl, tavşanlara 90 gün süresince topikal olarak ve köpeklere diet yoluyla 2 yıl boyunca uyguladıklarında karsinojenisite de dahil olmak üzere toksisite yönünde hiçbir kanıta ulaşamamışlardır.
Bahsedilen tüm bu çalışmalarda test edilen maddeler daha çok oksidatif kalıcı saç boyalarında kullanılan ürünler olup; çok az bir bölümü yarı-kalıcı saç boyalarında kullanılmaktadırlar. Saç boyaları geçici, yarı-kalıcı ve kalıcı boyalar olmak üzere 3 tipe ayrılabilir. Bu ayırım renklendirici molekülün saç kütikiline çökmesi veya kalıcı boyalarda olduğu gibi kortekse penetre olma özelliğine göre yapılmaktadır. Ayrıca kalın ve ince telli olmak üzere değişik saç tiplerinin farklı saç boyası ürünlerine karşı afiniteleri de farklıdır.
Ammonium, Potasyum, Sodium Persülfat ise saç rengi açıcılarında ve saç boyalarında kullanılan, okside edici inorganik tuzlardır. Ammonium Persülfat’ın sıçanlarda topikal kullanımını takiben karsinogeneze rastlanmamış; ayrıca tavşanlarda kromozom aberasyon testi negatif olarak bulunmuştur. Ammonium Persülfat her ne kadar allerjik dermatit, kontakt ürtiker, rinit, astım ve senkop gibi reaksiyonlara yol açan bir allerjen olsa da Ammonium, Potassium ve Sodium Persülfat karışımının allerjik reaksiyonlara yol açmadığı gösterilmiştir. 2001 yılında Amerikan Cosmetic Ingredient Review Expert Panel, Ammonium, Potasyum ve Sodium Persülfat’ın saç boyalarında okside edici ajanlar olarak, kısa süreli ve iyi bir saç durulaması eşliğinde kullanımının güvenli olduğunu bildirmiştir.
Benzyl Alkol saç boyalarında, Benzoik Asid ve Sodium Benzoat saç rengi açıcılarında sıklıkla kullanılan kimyasal maddelerdir. In vitro testlerde mutajenik olarak aktif oldukları gösterilmiş olsa da Benzyl Alkol ile ilgili teratojen bir etki gözlenmezken, Benzoik Asid’in teratojen etkileri 600 mg/kg gibi yüksek dozlarda ve Sodium Benzoat’ın da en yüksek dozlara çıkıldığı zaman istatistiksel bir öneme kavuşmuştur.
Saç boyalarının teratojenik potansiyelini araştıran çalışmaların 1970’li yıllarda gerçekleştirildiği ve belirtilen yıldan sonra hiçbir boyanın içindeki hiçbir kimyasal maddenin teratojenik potansiyeli hayvan çalışmaları ile araştırılmadığı görülmektedir. Bu konunun aydınlanması amacıyla, saç boyalarına en çok maruz kalan meslek grubu olan bayan kuaförlerin reprodüktif sonuçları izlenerek sorulara yanıt bulunmaya çalışılmıştır.
2002 yılında Rylander ve ark. İsveç’deki 3706 bayan kuaförünü 25 yıl boyunca (1973–1994) takip ederek doğurdukları 6960 bebeği, 3462 kadın ve dünyaya gelen 6629 bebekle karşılaştırmışlardır. Bayan kuaförlerinin kontrol grubu ile karşılaştırıldığında daha çok SGA (small for gestational age) bebek doğurduğunu bulmuşlardır (OR:1.5, p=0.004). Bu çalışmada kullanılan SGA terimi, 1985–1989 yılları arasında İsveç’teki doğum kayıtları incelenerek gebelik haftasına göre doğum kilolarının bildirildiği standart tabloya göre tanımlanmış olup intrauterin gelişme kısıtlılığı gösteren fetüsleri tarif etmek amacıyla kullanılmıştır. Ayrıca, gruplar arası düşük doğum tartılı yenidoğanlar (<2500 gr) ve preterm doğum oranları (<37 hafta) da karşılaştırılmıştır. Gruplar arası preterm doğum oranları açısından bir fark gözlenmezken, kuaförler grubunda düşük doğum ağırlıklı bebeklerin insidansı istatistiksel olarak anlamlı olmasa da daha yüksek bulunmuştur (%4.5 vs. %4.1, OR:1,2, %95 güven aralığı: 1.0–1.05, p>0.05). Kuaförlerin bebeklerinde majör malformasyonların daha fazla görüldüğü ortaya konmuştur (%2.8 vs. %2.1, OR:1.3, p=0.01). Ancak, vaka grubuna spesifik herhangi bir majör anomali tespit edilmemiştir. Ayrıca daha sık perma yapan ve saç spreyi kullanan grupta SGA bebek doğurma riskinin daha fazla arttığı görülmüşse de bu fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır
Saç boyaları ile ilgili ilk zamanlarda teratojenite ve lethal mutajenite yönünde olan endişe yapılan hayvan çalışmaları ile giderilmeye çalışılmış olsa da yapılan birçok epidemiyolojik çalışma çocukluk çağı tümörleri ile N-nitroso içeren maddelere (NOC) maruz kalma arasında bir ilişki olduğunu ortaya çıkarmıştır (18–25). N-nitroso içeren maddeler (NOC), nitrosamidler ve nitrosaminler olmak üzere 2 sınıfta incelenebilir. Bu maddelere maruziyet ekzojen olarak (sigara dumanı ve yiyecek yoluyla) veya NOC prekürsörlerinin (nitratlar, nitritler, aminler ve amidler) endojen oluşumu ile oluşabilir. Nitrosamidler, stabil maddeler olmayıp, enzimatik aktivasyona ihtiyaç duymazlar; bu nedenle de yalnızca uygulandıkları bölgede tümör oluşturma potansiyeline sahiptirler. Rodent çalışmalarında, potent transplasental nörokarsinojenler oldukları gösterilmiştir. Saç boyalarının da içeriğini oluşturan Nitrosaminler ise bioaktivasyona ihtiyaç duyarlar; bu nedenle de uygulandıkları bölge dışında da tümör oluşumunu tetikleyebilirler. Saç boyalarının in vitro mutajenik ve in vivo karsinojenik özellikleri gösterilmiştir. Boya tipine bağlı olmak üzere, ayrıca ammonia bazlı solüsyonlar, hidrojen peroksit ve kurşun asetat içerebilirler.
Dünya Sağlık Örgütü’ne bağlı olarak çalışan International Agency for Research on Cancer (IARC), bu maddelerin karsinojenisitesiyle ilgili değerlendirmesini yaparak, sonuçlarını yayınlamıştır. Bu maddelerin çoğunun hayvan çalışmalarında karsinojenik oldukları bulunmuşsa da, insanlarda karsinojenik potansiyelleri açısından yeterli kanıt bulunmadığı yönünde görüş bildirmişlerdir. Saç boyaları ve karsinogenez arasındaki ilişki Amerikan kadınlarının %20–40’ının saç boyası kullanıcısı olduğunun ortaya çıkmasının ardından daha geniş serilerde araştırılmaya başlanmıştır. Saç boyası formülasyonları da zaman içersinde bazı maddelerin çıkartılıp, yenilerinin eklenmesiyle değişikliğe uğramıştır. Daha iyi renk spektrumu sağlayan izomerlerini geliştirilmesiyle, 2-amino-4-nitrofenol ve 2-amino-5-nitrofenol kullanımı azalmıştır. Saç boyalarının içeriğindeki en belirgin değişiklik, FDA onayı ile de kalıcı boyalarda kullanılan 2,4-diaminoanisole (1976–77) ve 2,4-diaminotoluene (1970–71) ile yarı-kalıcı boyalarda kullanılan HC Blue No.1 (1985) ve 4-amino-2-nitrofenol (erken 1980’ler) kimyasallarının kaldırılması ile gerçekleştirilmiştir. Bu değişiklikteki ana sebep, IARC’nin bu kimyasalların insanlarda olası karsinojenik etkileri olabileceğini bildirmesi olmuştur. Epidemiyolojik çalışmalar saç boyası kullanımı ile yetişkin kanserleri arasında belirgin bir ilişki kurmayı başaramamıştır. Hayvan çalışmaları NOC’ların direkt olarak maruz kalan erişkine göre fetüste nörojenik tümör gelişimi için daha potent transplasental karsinojen ajanlar olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bu nedenle de maternal saç boyası kullanımı ile çocukluk çağı tümörleri arasındaki ilişkiyi ortaya koyma amacıyla birçok çalışma yapılmıştır.
1987 yılında, çocukluk çağındaki kansere bağlı ölümler arasında başı çeken nöroblastom’un risk faktörlerini aydınlatmak üzere yapılan bir çalışmada 104 nöroblastom hastası kontrol grubu ile karşılaştırılmıştır. Bu çalışmada, maternal saç boyası kullanımının nöroblastom gelişim riskini 3 kat arttırdığı ortaya çıkmıştır (OR=3.0, %95 güven aralığı:1.64–5.48, p=0.02). Ancak bu çalışmada, kullanılan ürünün özelliği, kullanım sıklığı, kullanım zamanı hakkında bilgi toplanmamıştır. Ayrıca retrospektif bir çalışma olup, annelere sorular telefon aracılığıyla yöneltilerek geçmişe yönelik sorgulama yapılmıştır. Bu nedenlerle, çalışmanın sonuçlarının daha geniş olgu sayısı içeren çalışmalarla desteklenmesi gerekmektedir.
2002 yılında Holly ve ark. yaptığı çalışmada 540 çocukluk çağı beyin tümörü gelişen (<20 yaş) hasta ile 801 kontrol grubunun annelerini retrospektif olarak sorgulamışlardır. Bu çalışma sonucunda, gebelikten 1 ay önce ve değişik dönemlerinde ( 1., 2., 3. trimester)saç boyası kullanımı ile beyin tümörleri arasında bir ilişki ortaya konamamıştır. Benzer şekilde, 2001 yılında Cordier ve ark. yaptığı retrospektif bir çalışmada, anne-babanın meslek grubu ile çocukluk çağı beyin tümörleri arasındaki ilişkinin varlığı araştırmışlardır. Çalışma popülasyonunu International Agency for Research on Cancer desteğiyle toplam 7 ülkeden 1218 vaka, 2223 kontrol oluşturmuştur. Çocuklarda oluşan beyin tümörleri ile anne-babanın son 5 yıldır sürdürdüğü meslek grubu arasında bir ilişki olup olmadığı araştırılmış; annenin saç kuaförü olması ile çocukluk çağında beyin tümörü gelişmesi arasında bir ilişki kurulamamıştır.
Wilms’ tümörü (nefroblastom) 15 yaş altında çocukları etkileyen 1/10,000 sıklığında görülen bir çocukluk çağı tümörüdür. Birçok epidemiyolojik çalışma annenin sigara, kahve, oral kontraseptifler ve saç boyaları gibi bazı maddelere maruz kalmasının bebekte Wilms’ tümörü gelişme riskini arttırdığını göstermiştir. 1987 yılında Bunin ve ark. yaptıkları çalışmada Wilms’ tümörü için gestasyonel risk faktörlerini belirlemeye çalışmışlardır. 88 vaka, kontrol grubu ile karşılaştırılmış, index bebeğin doğumundan önceki 1 yıl içersinde maternal saç boyası kullanımının riski arttırdığı bulunmuştur ( OR:3.6, %95 güven aralığı: 1.4–10.2, p=0.003). Ayrıca saç boyası kullanımının özellikle 2 yaşın altında teşhis edilen vakalarda riski arttırdığı bulunmuştur (OR:15, p=0.001). Bu çalışmada kabul edilen maruz kalma süresi, hem gebeliği hem de gebelikten önceki 3 ayı kapsamaktadır. Bu çalışmanın ardından 1993 yılında Olshan ve ark. da Wilms’ tümörü için risk faktörlerini bulmaya çalışmışlardır. Bu çalışmada, 200 olgu ile 233 kontrol grubu anneleri retrospektif olarak risk faktörleri açısından sorgulanmış; Wilms’ tümörü ile ilgili olarak daha önce öne sürülen hiçbir risk faktörü ile ilişki kurulamamış olup maternal saç boyası kullanımının Wilms’ tümörü gelişme riskini arttırmadığı görülmüştür.
Saç boyalarının içerdiği kimyasal maddelerin erişkinde mutajenite ve karsinogenez yönünde oluşturabileceği etkiler ve fetüse geçişi ile çocukluk çağına kadar uzanabilecek etkileri birçok araştırmacı için çalışma konusu olmuştur. Bu kimyasalların çoğunun in vitro olarak mutajenik oldukları bilinse de in vivo, fetal ve çocukluk çağında yaratabilecekleri mutajenik etkiler net olarak gösterilememiştir. Bu maddelerin teratojen etkilerinin çok yüksek dozlarda ortaya çıktığı muhtemel gibi görünse de gebelik öncesindeki maruz kalışın da germ hücreleri üzerinde mutajenik etkiler yaratabildiği bilinmelidir. Ayrıca, gebelik sırasında transplasental olarak geçmeleri ile fetüste yaratabilecekleri karsinojen etkiler henüz net olarak aydınlatılamamıştır. Gebelikte saç boyası kullanımının güvenirliği ile ilgili kesin bilgiler ancak çok sayıda olgu içeren, prospektif randomize, vaka-kontrollü çalışmalar ile mümkün olacaktır. Bu nedenle, şimdilik elimizde olan bilgiler ışığında, gebelere saç boyası kullanımının etkilerinin pek güvenirlik arzetmediği yönünde fikir bildirmek, saç boyasının hangi trimesterde kullanımının daha güvenli olduğunun bilinmediğini bildirmek akılcı bir yaklaşım gibi gözükmektedir. Ayrıca kuaförlerce daha kalıcı ve doğal olduğu belirtilen organik veya bitkisel saç boyalarının, diğer kalıcı veya organik boyalardan tek farkı amonyak içermemesidir. Ammonium tuzlarının olumsuz mutajenik aktiviteye sahip olmadığına daha önceden değinilmiştir.
Sonuç olarak, kullanılan saç boyasının tipi ne olursa olsun (kalıcı, yarı-kalıcı veya bitkisel), mutajenik ve karsinojenik potansiyellerinin net olarak bilinmediği kimyasal maddeler içermektedirler. Saç boyalarının, saçlara hoş bir görünüm kazandırmaları gerçeğinin yanında fetüse transplasental yolla geçerek olası teratojenik etkiler ile çocukluk çağına kadar uzanabilecek karsinojenik etkiler oluşturabilecekleri bilinmelidir. Bu nedenle, olası teratojenik ve karsinojenik etkileri tam olarak aydınlatılıncaya değin gebe kadınlara saç boyası kullanımının pek güvenli olmadığı yönünde görüş bildirmek mantıklı bir yaklaşım olacaktır.
Literatür:
1. DeSerres FJ. The utility of short term tests for mutagenicity. Mutat Res 1976; 38:1–2.
2. Ames BN, Kammen HO, Yamasaki E. Hair dyes are mutagenic: Identification of a variety of mutagenic ingredients. Proct Natl Acad Sci USA 1975; 72(No.6):2423–2427.
3. Venitt S, Searle CE, Harnden DG, Gyde OHB. Carcinogenicity and mutagenicity test on some hair colourants and constituents. Nature( London) 1975; 225:506–507.
4. Kirkland DJ, Venitt S. Cytotoxicity of hair colourant consituents: Chromosome damage induced by two nitro-phenylenediamines in cultured Chinese hamster cells. Mutat Res 1976; 40:47–56.
5. Benedict WF. Morphologic transformation and chromosome aberrations produced by two hair dye components. Nature (Lond.) 1976; 260:368–369.
6. Palmer K, DeNunzio A, Green S. The mutagenic assay of some hair dye components using the thymidine kinase locus of L5178Y mouse lymphoma cells. Presented at the 15th Annual meeting of the Society of Toxicology, Atlanta, Georgia, March 15,1976.
7. Burnett C, Loehr R, Corbett J. Dominant lethal mutagenicity study on hair dyes. J Toxicol and Environm Health 1977; 2:657–662.
8. DiNardo JC, Picciano JC, Schnetzinger RW, Morris WE, Wolf BA. Teratologic assessment of five oxidative hair dyes in the rat. Toxicol and App Pharmacol 1985; 78:163–166.
9. Picciano JC, DiNardo JC, Schnetzinger RW, Morris WE, Wolf BA. Teratological assessment of 4-methyl-N-ethylaminophenol sulphate. Drug Chem Toxicol 1984; 7(4):397–405.
10. Picciano JC, Schnetzinger RW, Morris WE, Wolf BA, Rodwell DE. Evaluation of the teratogenic potential of the oxidative dye N-phenyl-para-phenylenediamine. Drug Chem Toxicol 1984; 7(2):1677–176.
11. Kinkel HJ, Holzman S. Study of long term percutaneous toxicity and carcinogenicity of hair dyes (oxidizing dyes) in rats. Food Cosmet Toxicol 1973; 11:641–648.
12. Wernick T, Lanman B, Fraux JL. Chronic toxicity teratologic, and reproduction studies with hair dyes. Toxicol Appl Pharmacol 1975; 32:450–460.
13. Burnett CM, Goldenthal EI, Harris SB, Wazeter FX, Strausburg J, Kapp R, Voelker R. Teratology and percutaneous toxicity studies on hair dyes. J Toxicol Environ Health 1976; 1: 1027–1040.
14. O’Donoghue MN. Hair cosmetics. Dermatol Clin 1978; 5(3):619–626.
15. Pang S, Fiume MZ. Final report on the safety assessment of Ammonium, Potassium, and Sodium. Int J Toxicol 2001; 20(3):7–21
16. Bindu N. Final Report on the safety assessment of Benzyl Alcohol, Benzoic Acid, and Sodium Benzoate. Int J Toxicol 2001; 20(3):23–50.
17. Rylander L, Axmon A, toren K, Albin M. Reproductive outcome among female hairdressers. Occup Environ Med 2002; 59:517–522.
18. Bunin GR, Buckley JD, Boesel CP, Rorke LB, Meadows AT. Risk factors for astrocytic glioma and primitive neuroectodermal tumor of the brain in young children: a report from the Childern’s Cancer Group. Cancer Epidemiology, Biomarkers and Prevention 1994; 3:197–204.
19. Cordier S, Iglesias M-J, Le Goaster C, Guyot M-M, Mandereau L, Hemon D. Incidence and risk factors for childhood brain tumors in the Ile de France. International Journal of Cancer 1994; 59:776–782.
20. McCredie M, Maisonneuve P, Boyle P. Antenatal risk factors for malignant brain tumors in the New South Wales children. International Journal of Cancer 1994; 56:6–10.
21. McCredie M, Maisonneuve P, Boyle P. Perinatal and early postnatal risk factors for malignant brain tumors in New South Wales children. International Journal of Cancer 1994; 56:11–15.
22. Preston-Martin S, Yu MC, Benton B, Henderson BE. N-nitroso compounds and childhood brain tumors: a case-control study. Cancer Research 1982; 42:5240–5245.
23. Preston-Martin S, Pogoda JM, Mueller BA, Holly EA, Lijinsky W. Maternal consumption of cured meats and vitamins in relation to pediatric brain tumors. Cancer Epidemiology, Biomarkers and Prevention 1996; 5:559–605,
24. Kujiten RR, Bunin GR, Nass CC, Meadows AT. Gestational and familial risk factors for childhood astrocytoma: results of a case-control study. Cancer Research 1990; 50:2608–2612.
25. Gold E, Gordis L, Tonascia J, Szklo M. Risk factors for brain tumors in children. American Journal of Epidemiology 1979; 109:309–319.
26. Kleihues P, Lantos PL, Magee PN. Chemical carcinogenesis in the nervous system. International Review of Experimental Pathology 1976; 15:153–232.
27. Ames BN, McCann J, Yamasaki E. Methods for detecting carcinogens and mutagens with the Salmonella/ mammalian-microsome mutagenicity test. Mutation Research 1975; 31:347–363.
28. Sontag JM. Carcinogenicity of substituted-benzenediamines (phenylenediamines) in rats and mice. Journal of the Natl Cancer Inst 1981; 66:591–602.
29. International Agency for Research on Cancer. Occupational Exposures of Hairdressers and Barbers and Personal Use of Hair Colourants, Industrial Dyestuffs and Aromatic Amines. Lyon: International Agency for Research On Cancer, 1993.
30. La Vecchia C, Tavani A. Epidemiological evidence on hair dyes and the risk of cancer in humans. European Journal of Cancer Prevention 1995; 4:31–43.
31. Holly EA, Lele C, Bracci PM. Hair-color products and risk for non-Hodgkin’s lymphoma: a population-based study in the San Francisco Bay Area. American Journal of Public Health 1998; 88:1767–1773.
32. Stavraky KM, Clarke EA, Donner A. A case-control study of hair-dye use and cancers of various sites. British Journal of Cancer 1981; 43:236–239.
33. Thun MJ, Altekruse SF, Namboodiri MM, Calle EE, Myers DG, Heath CW Jr. Hair dye use and risk of fatal cancers in US women. Journal of the Natl Cancer Inst 1994; 86:210–215.
34. Kramer S, ward E, Meadows AT, Malone KE. Medical and drug risk factors associated with neuroblastoma: a case-control study. J Natl Cancer Inst 1987; 78:797–804.
35. Holly EA, Bracci PM, Hong M, Mueller BA, Preston-Martin S. West Coast study of childhood brain tumors and maternal use of hair-colouring products. Paediatric and Perinatal Epidemiology 2002; 16:226–235.
36. Cordier S, Mandereau L, Preston-Martin S, Little J, Mueller B, Holly E et al. Parental occupations and childhood brain tumors: results of an international case-control study. Cancer Causes and Control 2001; 12:865–874.
37. Daling JR, Starzyk P, Olshan AF, Weiss NS. Birth weight and the incidence of childhood cancer. J Natl Cancer Inst 1984; 72:1039–41.
38. Stjernfeldt M, Berglund K, Lindstern J, Ludviggson J. Maternal smoking during pregnancy and risk of childhood cancer. Lancet 1986; 1:1350–2.
39. Bunin GR, Kramer S, Marrero O, Meadows AT. Gestational risk factors for Wilms’tumor: results of a case-control study. Cancer Res 1987; 47:2972–2977.
40. Olshan AF, Breslow NE, Falletta JM, Grufferman S, Pendergrass T, Robison LL, et al. Risk factors of Wilms tumor. Cancer 1993; 72: 938–944.
Türk Perinatoloji Derneği Sitesinden alınmıştır.
Gebelik ve Deri Hastalıkları
Dr. Evren Turgay Arısoy
Gebelik süresince kutanöz manifestasyonlara neden olabilecek önemli ve karmaşık pek çok metabolik, hormonal ve immünolojik değişiklikler meydana gelir. Deri bulguları mevcut olan gebe bir hastayı değerlendirirken hatırlanması gereken bir takım kurallar mevcuttur. Gebelikte gelişen dermatozların sınıflamasında tam bir fikir birliği yoktur. En yaygın sınıflama; gebeliğin fizyolojik değişimleri, gebeliğin etkilediği dermatoz ve deri tümörleri ve sadece gebelikte meydana gelen dermatozlar şeklindedir. Topikal ya da sistemik tüm tedaviler gebelik çerçevesinde değerlendirilmelidir. Papüloskuamöz döküntülerde sekonder sifiliz için serolojik testler atlanmamalıdır. Burada fizyolojik değişikler ve gebeliğe özel dermatozlar incelenecektir.
FİZYOLOJİK DEĞİŞİKLİKLER
Pigmentasyon: En sık rastlanan değişiklik; areola, labium minus ve özellikle linea albayı içeren hiperpigmentasyondur (%90). Linea alba gri-siyah pigmentasyon sonucu linea nigra ya da linea fusca adını alır. Ayrıca friksiyon bölgeleri olan aksilla, perine ve uyluk mediallerinde ve hatta jeneralize bir koyulaşma gözlenebilir. Yüzde maske benzeri pigmentasyon ile karakterize melazma genellikle gebeliğin ikinci yarısında oldukça sıktır (%50). Bu değişikliklerden artan östrojen ve progesteron seviyeleri sorumludur. Pigmentasyon koyu tenlilerde daha belirgindir. Gelişen pigmentasyon, doğum sonrası geriler ama tamamen gebelik öncesi duruma dönmesi beklenmez. Birçok kadın melanositik nevusların sayısında, çaplarında ve aktivitelerinde artışa dikkat çekerler. Nadir olarak, efelid ve skarlarda da hiperpigmentasyon gelişebilmektedir.
Kıl Değişiklikleri: Saç ve kıl değişiklikleri belirgin olabilir. Çoğu hasta yüz ve pubik bölgeyi kapsayan hipertrikozdan şikayetçidir. Bu aşırı kıl gelişimi doğumdan sonraki 6 ay içinde veya bazı gebelerde son 3 ayda geriler. Gebelik boyunca uzamış anagen faza bağlı olarak saçlar gürleşir ancak postpartum telogen effluvium yaygındır. Genellikle bu dökülme 1–5 ay sürer. Gebelikte gelişen kıl değişikliklerinden biri de erkek tipi androgenetik alopesiyi andırır tarzda hafif frontoparyetal çekilmedir.
Tırnak Değişiklikleri: Gebe kadınlarda tırnak cisminde kırılganlık, transvers oluklanma, distal onikoliz, lökonişi ve subungal hiperkeratoz gelişebilmektedir.
Glandüler Değişiklikler: Ekrin ve sebase bezlerde fonksiyon artışı görülürken, apokrin bezlerde fonksiyon azalması gözlenmektedir. Miliyarya, hiperhidroz, dizhidrotik ekzema, sebum salgısındaki artış gibi değişiklikler, bu sebeple gözlenebilir. Gebelik süresince Montgomery glandları olarak bilinen areoladaki sebase glandlar genişler ve küçük kahverengi papüller şeklinde belirginleşirler.
Konnektif Doku Değişiklikleri: En çok rahatsız eden değişiklik ise; stria gravidarum (stretch marks, stria distansiya) ‘dur. Özellikle gebeliğin 6.-7. aylarında ortaya çıkar. Etyolojide genetik, hormonal faktörler (adrenokortikal hormonlar, relaksin) ve artan gerginlik suçlanmıştır. Başlangıçta hafif kaşıntılı, pembe-mor renkte atrofik bantlar şeklinde gelişir, doğum sonrası soluk atrofik bir görünüm alır. Asla tamamen kaybolmazlar. Molluskum fibrozum gravidarum olarak da tanımlanan akrokordonlar ise boyun yanlarında ve aksillada ortaya çıkar ve postpartum kaybolmazlar.
Vasküler Değişiklikler: Hemen hepsinden yüksek östrojen düzeyleri ve artmış intravasküler basınç sorumlu tutulmaktadır. Hiperemi fizyolojiktir. Palmar eritem ve spider anjiyomlar sıklıkla birliktedirler ve beyaz gebe kadınların 2/3 ‘ünde ortaya çıkarlar. Doğumdan sonraki 3 ay içinde gerilerler. Glomus tümörü ve hemanjiomlar gelişebilir veya olanlar büyüyebilir. Bacaklar ve perinede varikozitelere sıkça rastlanır. Artmış karın içi basıncı ile ven ve lenfatiklerin kompresyonu temel neden iken hormonal relaksasyon da bu değişikliklerde rol oynar. Aynı sebeplerle hemoroid gelişimi de gözlenebilir. Yüz, göz kapakları, el ve ayaklarda gode bırakmayan ödem gebelerin yarısında gözlenir.
Mukoza Değişiklileri: Gebeliğin ilk 3 ayında vestibüler damarlanma artışı ve vajina şişkinliği gelişir (Jacquemier– Chadwick bulgusu). Servikste damarlanma artışı ile gelişen mavimsi renk ise Goodell bulgusu olarak bilinmektedir. Diş etlerinde farklı şiddetlerde ödem ve hiperemi gebelerin hemen hepsinde gözlenir ve sıklıkla jinjivit eşlik eder. Genellikle gebeliğin son 3 ayında gelişir ve doğum sonrası geriler.
GEBELİĞE ÖZEL DERMATOZLAR
Gebelikte gözlenen bu dermatozların terminolojisi oldukça karmaşıktır ve aynı klinik hastalık için birçok farklı isim kullanılmaktadır. Burada hastalıklar yeni sınıflamaya göre ele alınacaktır.
Gebeliğin İntrahepatik Kolestazı (GİK)
Sinonimler: Pruritus gravidarum, Prurigo gravidarum, Obstetrik kolestaz, Gebeliğin tekrarlayan/ idiopatik sarılığı.
Gebeliğin intrahepatik kolestazı (GİK), genetik yatkınlığı olan bireylerde gebeliğin geç döneminde ortaya çıkan şiddetli kaşıntı ile karakterize reversibl kolestazdır. Fetal distres, erken doğum ve ölü doğum gibi riskleri mevcuttur.
Epidemiyoloji: Sıklığı coğrafik olarak farklılıklar göstermektedir. Asyalılarda ve zencilerde belirgin şekilde az görüldüğü belirtilmektedir. İnsidansı yaklaşık 1/1000– 1/10000’dir. Hepatit C, kolelitiazis, çoğul gebelik ve anne yaşının ileri olması GİK için risk faktörleridir.
Etyopatogenez: Etyolojisi tam olarak bilinmemekle birlikte hormonal, genetik, çevresel, mekanik ve beslenme ile ilgili faktörler rol oynamaktadır.
Maternal kan dolaşımından safra asitlerini metabolize ve sekrete eden enterohepatik sistemde bozukluk nedeniyle serum safra asit düzeylerinin artması sonucunda ortaya çıktığı düşünülmektedir. Deride biriken safra asitleri annede şiddetli kaşıntıya yol açar. Fetal komplikasyonlar ise muhtemelen annedeki toksik safra asitlerinin fetal dolaşıma geçmesi ile oluşur.
Gebeliğin üçüncü 3 aylık döneminde, östrojen düzeylerinin daha yüksek olduğu çoğul gebeliklerde daha fazla görülmesi ve doğum kontrol haplarının kullanımı ile tekrarlaması hormonal faktörlerin etkisini akla getirir. Olayı asıl başlatanın östrojen mi yoksa progesteron mu olduğu bilinmemektedir. Sinerjistik etkileşmeler olduğu düşünülmektedir.
Klinik Bulgular: Olguların %80 ‘inde 30. haftadan sonra ortaya çıkmaktadır. Diğer gebelik dermatozlarının aksine primer deri lezyonu yoktur. Genellikle palmoplantar bölgeden başlayıp ekstremitelere ve gövdeye yayılan şiddetli kaşıntı söz konusudur. Kaşıntı genellikle geceleri artar. Kutanöz lezyonlar kaşıma sonucu gelişir. Olguların %10– 20 ‘sinde 1– 4 hafta içinde sarılık ortaya çıkabilir. Olguların en az %50’sinde üriner sistem enfeksiyonu ile eş zamanlı başlangıç söz konusudur. GİK ile birlikte görülebilen diğer bulgular; koyu renk idrar, açık renkte gayta, sağ üst kadranda ağrı, öksürük ve üriner enfeksiyondur.
Tanı: Klinik bulgular ve serum laboratuar değerlerine bakılarak konulur. Serum safra asitlerinde, özellikle kolik asitte yemek sonrası artış GİK için sensitif belirteçtir. Alkalen fosfataz düzeyinde yükseklik dışında, diğer karaciğer fonksiyon testleri genellikle normaldir.
GGT yükselebilir ve hiperbilirubinemi %10–20 ‘sinde saptanır.
Ayırıcı Tanı: Kaşıntılı dermatozlar, allerjik reaksiyonlar, akut viral hepatit, kronik karaciğer hastalığı, kolelitiazis düşünülmelidir.
Prognoz: Semptomların büyük bir kısmı doğumdan sonra 24– 48 saat içinde iyileşir. Sarılık 1– 2 hafta içinde iyileşmekle birlikte safra tuzlarının normal seviyeye gelmesi 2–4 haftayı bulabilir. Diğer gebeliklerde veya oral kontraseptif kullanılınca genellikle tekrarlar.
Tedavi: Ursodeoksikolik asit sadece annedeki kaşıntıyı gidermekle kalmayıp, fetal prognozu da düzeltmektedir. 10– 16 mg/kg/gün dozunda kullanılır. Birçok ülkede GİK tedavisi için ruhsatlandırılmadığından hasta onayı alınmalıdır. Diğer ilaçlar; (S-adenozil-L-metionin, deksametazon, kolestiramin) fetal prognozu değiştirmemektedir. Hafif olgularda lokal tedavi ve ultraviyole B tedavisi kaşıntının giderilmesinde faydalı olabilmektedir.
Pemfigoid (Herpes) Gestasyones (PG)
Pemfigoid gestasyones; genellikle gebelikte, nadir olarak trofoblastların habis tümörlerinde ve molar gebelikte ortaya çıkan otoimmun büllöz bir hastalıktır. Vezikül ve büllerin herpetiform görünümünden dolayı herpes gestasyones olarak adlandırılmışsa da viral bir hastalık değildir.
Epidemiyoloji: PG ‘in görülme sıklığı 1/1700 ile 1/50000 gebelik arasında değişmektedir. Sıklık HLA DR3 ve HLA DR4 halotipleri ile korelasyon göstermektedir.
Etyopatogenez: Gebelikte ortaya çıkan hormonal ve metabolik değişikliklerin hazırladığı zeminde, otoantikorlar bazal membran zonunu (BMZ) hedef alırlar ve C3 birikmesine yol açarlar. PG antikorları BMZ ‘na bağlandıktan sonra komplemanı klasik yoldan aktive ederek immunolojik reaksiyonu başlatırlar, daha sonra eozinofil kemoatraksiyonu ve degranülasyon meydana gelerek dermis ile epidermis arasında ayrılmaya neden olurlar.
Klinik Bulgular: Genellikle 2. ya da 3. trimesterde (ortalama 21. gebelik haftası) görülmekle birlikte, ilk trimesterde ve erken postpartum dönemde de ortaya çıkabilmektedir. Şiddetli kaşıntı karakteristik özelliğidir ve lezyonlardan günler, haftalar önce başlayabilir. Lezyonlar tipik olarak periumblikal alandan başlar; daha sonra kalça, gövde ve ekstremitelere yayılırlar. Başlangıçta ürtikeryal eritematöz papül, plak ve eritem polimorf benzeri lezyonlar ile ortaya çıkar. Daha sonra vezikül ve büller normal deri veya ürtikeryal plakların üzerinden gelişir. Yüz, mukozalar ve palmoplantar alanlar nadiren tutulur. Hastalık seyri boyunca bül görülmeyen olgular da mevcuttur.
Prognoz: PG, remisyon ve eksazerbasyonlarla seyretme eğilimindedir. Gebeliğin son birkaç haftasında klinik bulgular hafiflemekle birlikte doğumda veya erken postpartum dönemde vakaların %75’inde alevlenme izlenir. Doğum esnasında alevlenme dramatik olabilir; saatler içerisinde patlayıcı tarzda büller gelişebilir. Hastaların çoğu doğumdan birkaç hafta ya da aylar sonra kendiliğinden iyileşir. Doğumdan sonra bazen yıllar sürebilen premenstruel alevlenme ve oral kontraseptif kullanımı sırasında nüks görülebilir. Daha sonraki gebeliklerde tekrarlama eğilimindedir. PG hastalarında prematürite ve gestasyon yaşına göre düşük doğum ağırlıklı bebek prevelansı artmıştır.
Tanı: En sensitif ve spesifik test direkt immunfloresan incelemedir (DIF). DIF ‘de perilezyonel deride BMZ boyunca lineer tarzda C3 birikimi görülmesi tanı koydurucudur. Rutin laboratuar incelemeleri genellikle normaldir. Bununla birlikte immunglobulinler ve antitiroid antikorları düzeyinde yükseklik ve periferik eozinofili görülebilir. Histopatoloji hastalık evresine göre değişkenlik gösterir.
Ayırıcı Tanı: Düşünülmesi gereken en önemli hastalık gebeliğin polimorfik erupsiyonudur. Diğerleri; ilaç erupsiyonu, ürtiker, kontakt dermatit, impetigo herpetiformis, dermatitis herpetiformis ve lineer Ig A dermatozudur.
Tedavi: Hafif olgularda topikal steroid ve oral antihistaminikler (klorfeniramin) ile hastalık kontrol altına alınabilir. Ilık banyolar, kompres ve emolyentler kaşıntıyı azaltabilir. Daha şiddetli olgularda ilk basamak tedavi 0.3– 0.5 mg/kg/gün dozunda sistemik prednizolon verilmesidir. Gebeliğin son haftalarına doğru prednizolon dozu giderek düşürülür. Postpartum devam eden dirençli olgularda azotiyopurin, dapson, metotreksat, İVİG, siklosporin gibi tedaviler denenebilir. Yüksek doz steroid gerektiren vakalarda lüteinizan hormon salgılatıcı hormon analoğu ile kimyasal ooforektomi yapılarak remisyon sağlanabilmektedir.
Gebeliğin Polimorfik Erupsiyonu (GPE)
Sinonimler: Gebeliğin ürtikeryal papül ve plakları “pruritic urticarial papules and plaques of pregnancy (PUPPP)”
Gebeliğin polimorfik erupsiyonu (GPE); strialarda yoğunlaşan, şiddetli kaşıntılı, eritemli papül, plak ve ürtikeryal lezyonlar ile karakterize selim bir gebelik dermatozudur. Sıklıkla nulliparlarda ve gebeliğin 3. trimesterinde, nadiren erken postpartum dönemde görülür. Sonraki gebeliklerde tekrarlama eğilimi yoktur.
Epidemiyoloji: Sıklık 1/30– 1/300 arasında değişmektedir. Çoğul gebeliklerde daha sık görülür.
Etyopatogenez: Etyolojide abdominal distansiyon, hormonal faktörler, genetik ve otoimmunite suçlanmıştır.
Klinik Bulgular: Hastalık çoğunlukla ilk gebelikte ve gebeliğin son haftalarında (ortalama 35. hafta) ve erken postpartum dönemde görülmektedir. Şiddetli kaşıntı ile ortaya çıkan eritemli papül, plak ve ürtikeryal lezyonlar ile karakterizedir. GPE karakteristik olarak alt abdomen ve/veya uyluklarda striaların üzerinde veya çevresinde başlar. Döküntü daha sonra glutea, göğüs ve kolların proksimal kısımlarına yayılır. Periumblikal alan PG’in aksine genellikle korunur. Yüz ve palmoplantar alan tutulumu nadiren görülürken, mukozalar tutulmamaktadır. Şiddetli olgularda lezyonlar hızla jeneralize olur ve hafif deskuamasyon ile iyileşir.
Prognoz: Şiddetli kaşıntının anneye verdiği sıkıntı dışında prognoz son derece iyidir. Hastalık süresi genellikle 6 haftayı aşmaz ve spontan iyileşir. Genellikle sonraki gebelikler, oral kontraseptif kullanımı ya da menstruasyon ile tekrarlamaz.
Tanı: Klinik olarak konulur. Histopatoloji nonspesifiktir.
Ayırıcı Tanı: Pemfigoid gestasyones, kontakt dermatit, ilaç reaksiyonları, viral erupsiyonlar, pitriasis rozea ve diğer gebelik dermatozları ayırıcı tanıda düşünülmelidir.
Tedavi: Topikal kortikosteroidli kremler ve nemlendiriciler olguların çoğunda şikayetleri azaltır. Şiddetli olgularda kısa süreli sistemik steroidler kullanılabilir. Oral antihistaminikler genellikle faydasızdır.
Gebeliğin Atopik Erupsiyonu (GAE)
Son çalışmalar ışığında, kavram karışıklığını gidermek için; GİK, PG, GPE dışında kalan tüm gebelik erupsiyonları, atopi hikayesi de bulunduğundan bu başlık altında toplanmıştır.
Gebeliğin Atopik Erupsiyonu (GAE), kendisinde veya ailesinde atopi hikayesi bulunan gebelerde egzema benzeri veya papüler lezyonlar ile seyreder. Diğer gebelik dermatozlarından çok daha sık görülür (tüm kaşıntılı gebelik dermatozlarının %30– 50 ‘si) ve daha erken (sıklıkla 2. trimesterde) başlar.
Etyopatogenez: Mevcut atopik dermatitin kötüleşmesinin yanı sıra, atopik kişilerde deri bulgularının ortaya çıkması, tipik olarak gebelikte Th 2 immün cevabın baskın hale gelmesi ile ilişkilidir.
Klinik Bulgular: Atopik deri bulguları hastaların %80’ inde ilk defa veya uzun bir aradan sonra (çocukluk döneminden sonra) ortaya çıkarken, %20’ sinde ise öncesinde bulunan atopik dermatitin alevlenmesiyle ortaya çıkar. Üçte ikisinde yüz, boyun, dekolte ve ekstremitelerin fleksural yüzeylerinde yaygın ekzematöz lezyonlar gözlenir. Üçte birinde ise papüler lezyonlar ile seyreder. Sıklıkla cilt kuruluğu eşlik eder.
Prognoz: Deri lezyonları tedaviye hızla cevap verir ve çoğunlukla gebelik sırasında belirgin düzelme olur. Diğer gebeliklerde sıklıkla tekrar eder. Fetal risk oluşturmaz.
Tanı: Diğer dermatozların dışlanmasından sonra klinik olarak konulur. GPE ‘den ayırt etmek oldukça güç olmakla birlikte, lezyonların strialarda yoğunlaşmaması ve daha erken dönemde ortaya çıkması ayırıcı tanıda faydalıdır. Histopatoloji nonspesifiktir. Serumda total IgE seviyesi yüksek bulunur.
Tedavi: Üreli veya antipruritik eklenmiş nemlendirici kremlerin sürülmesi tedavinin esasını oluşturur. Orta etkili topikal steroidlerin birkaç gün kullanılması ile lezyonlar genellikle hızla iyileşir. Şiddetli olgularda sistemik steroidler ve antihistaminikler gerekli olabilir. UVB ile fototerapi faydalı olabilir.
Kaynaklar
1. Lawley TJ, Yancey KB. Skin Changes and Diseases in Pregnancy. In: Freedberg IM, Eisen AZ, Wolff K, Austen KF, Goldsmith LA, Katz SI. Et al eds. Fitzpatrick’s Dermatology in General Medicine. 6th ed. New York, McGraw-Hill, 2003 p.1361–6.
2. Kroumpouzos G, Cohen LM. Dermatoses of pregnancy. J Am Acad Dermatol 2001;45:1–22.
3. Shornick JK: Pregnancy dermatoses. Dermatology. Eds. Bolognia JL, Jorizzo JL, Rapini RP, Horn TD, Mancini AJ, Mascaro JM ve ark. New York, Mosby, 2003;425–432.
4. Ambros-Rudolph CM, Müllegger RR, Vaughan-Jones SA, Kerl H, Black MM: The specific dermatoses of pregnancy revisited and reclassified: result of a retrospective two-center study on 505 pregnant patients. J Am Acad Dermatol 2006;54:394–404.
5. Braun-Falco O, Plewig G, Wolff HH, Burgdorf WHC: Dermatology. 2nd ed. Berlin, Springer, 2000; 1229–35.
6. Ambros-Rudolph CA. Dermatoses of pregnancy. J Dtsch Dermatol Ges 2006;4:748–59.
7. Winton GB, Lewis CW. Dermatoses of pregnancy. J Am Acad Dermatol 1982;977–98.
8. Holmes RC, Black MM: The spesific dermatoses of pregnancy: a reappraisal with special emphasis on a proposed simplified clinical classification. Clin Exp Dermatol 1982;7:65–73.
9. Boulinguez S, Bedane C, Prost C, et al: Chronic pemphigoid gestationis: Comparative clinical and immunopathological study of 10 patients. Dermatology 206:113, 2003.
10. Engineer L, Bhol K, Ahmed AR: Pemphigoid gestationis: a review. Am J Obstet Gynecol 183:483,2000.
11. Aronson IK, Hertz KC, Wade TR, et al.: Pruritic urticarial papules and plaques of pregnancy: Clinical and immunopathologic observations in 57 patients. J Am Acad Dermatol 39:933,1998
Türk Perinatoloji Derneği Sitesinden alınmıştır.
Gebelikte Cilt Bakımı
Gebelikte Oluşan Cilt Değişimleri
Expanscience Laboratuarları
Güzelsiniz, hem de çok özel bir nedenden dolayı..Dokuz aydan uzun bir süre boyunca pek çok değişik olayla karşılaşacaksınız. Örneğin cildiniz, dokuların gerilmesi ile birlikte sadece hamilelik döneminde görülen hormonal bir değişimden etkilenecek, aynı sizin gibi biraz daha duyarlı, daha kırılgan olacak. Hamileliğinizle ilgili sadece güzel anılara sahip olabilmek için yalnızca şu anda yaşadığınız fiziksel değişikliklerle uğraşmayacak, aynı zamanda yakın gelecekte yaşayacağınız değişikliklere de hazırlanmak durumunda kalacaksınız.
Sadece hamilelik döneminde yaşayacağınız bu cilt değişimlerinin güzelliğinizi bozmasına izin vermeden bu dönemi sadece keyifli anılarla geçirebilirsiniz. Bu dönemdeki cilt değişimlerinin, ne sebeple oluştuğunu öğrenerek, cildinizin sağlığını, kalitesini, güzelliğini korumak için önlem alabilirsiniz.
Cilt çatlakları
Hamileliğin ilk aylarından itibaren, tüm kadınların korkulu rüyası olan ve önlem alındığı takdirde engellenebilen, hatta oluşmuş olsa bile geriletilebilen cilt çatlakları önemli sorunlardan biridir. Cilt çatlakları; mor-kırmızı renkten beyaza dönüşen çatlak izleridir, hamilelerin yarısından fazlasında görülür.
Hamilelik sırasında hormonların etkisinde kalan ve gerilen dokularda cildin yapısını ve esnekliğini sağlayan kollajen ve elastin lifler iyice gerilir ve koparlar. Bu nedenle daha ince ve düzensiz yapıdaki yeni liflerin oluşumuyla telafi edilirler. Aynı zamanda bu liflerin üzerindeki deri de daha incedir. Sonuç olarak ciltte bir yara izi niteliğinde, gözle görülür izler kaçınılmaz olarak ortaya çıkar.
Vücut ağırlığındaki artış nedeniyle cildin sıkılığındaki değişim, yani mekanik faktör de etkilidir, ancak asıl sorumlu hormonal değişimdir. Bununla birlikte gebenin hamilelik öncesindeki kilosu, kolajen kalitesi ve genetik faktörler de ayrıca rol oynamaktadır, cilt çatlakları çoğunlukla genç kadınlarda oluşmaktadır. Çatlak önleyici cilt bakımına hamileliğin birinci ayından itibaren başlanmalıdır. Ne kadar erken başlanırsa çatlakların önlenmesindeki başarı o kadar yüksek olacaktır. Cilt bakım ürünü ne kadar düzenli aralıklarla uygulanırsa etkinliği o kadar yüksek olacaktır. Cilt bakım ürününün kullanımına doğum sonrasında da devam edilmelidir. Tüm yara izleri gibi karın çatlakları da güneşe maruz kalmamalıdır.
Göğüslerde Hassasiyet ve Deformasyon
Hamileliğin başlangıcından itibaren göğüs deriniz hacimce artıştan kaynaklanan bir gerilmeye maruz kalır. Bununla beraber hamileliğin ilk işareti göğüslerde bir gerginlik hissi, hatta acıdır, mavi bir toplardamar ağı gözle görülür hale gelir. Göğüsler kas dokuna sahip değildirler, bu nedenle durumları tamamen derinin gerginliğine bağlıdır.
Kadınlık hormonları süt bezlerinin hacminde bir artışa neden olur ve bu da gerginlik hissi yaratır. Doğumdan sonra hormonlar normale döner ve göğüslerin hacminde bir küçülme söz konusu olur. Bu hacim değişiklikleri cildi zayıflatır, esnekliğini kaybetmesine, gevşemesine yol açar. Bu nedenle göğüs derinizin gevşemesine engel olmak için hamileliğin başlangıcından emzirme döneminin sonuna dek göğüslerinizin bakımına özen göstermeniz gerekir.
Esnekliği korumak için göğüslerinize her gün dışarıdan içeriye doğru dairesel hareketlerle masaj yapmanızda yarar vardır. Göğüslerinizi destekleyen kasları çalıştırmak ve hassasiyetlerini azaltacak, gerginliği giderecek, elastikiyet kaybını engelleyecek uygun bakım ürünleri kullanmak, gebeliğin bu önemli sorununu kolayca çözmenizi sağlayacaktır.
Bacaklarda Ağırlık Hissi ve Ağrı
Hamileliğin ilerleyen dönemlerinde bacaklardaki toplardamarlar ve lenfler gerektiği biçimde çalışmazlar. Isınmanın da artırdığı bu ağırlaşma hissi ile birlikte genelde cildin yoğun bir biçimde kuruduğu görülür.
Hamileliğin ilk 3 ayından itibaren hormonal değişiklikler nedeniyle damarların esnekliği azalır ve kan akışında düzensizlikler meydana gelir. Bacaklarda bulunan damarlardan kalbe doğru olan kan akışı zorlaşır. Hamileliğin ikinci ve üçüncü üç aylık dönemlerinde vücut ağırlığında ve rahim hacmindeki artış, kalbe doğru olan kan akışını geciktirir.
Hamileliğe özgü bu durumu engellemek için, her gün uygun bir ayakkabı ile yarım saat yürüyüş yapabilirsiniz. Ayaklarınızı rahatlatacak, ağrınızı dindirecek uygun bir bakım ürünü ile ayaklarınıza canlandırıcı bir masaj uygulaması ve bu uygulamanın düzenli olarak gerçekleştirilmesi de etkin bir sonuç verecektir.
Doğumdan sonra
Doğumdan sonra cildinizde canlılık belirtileri azalır, çünkü hamilelik ve emzirme sırasındaki hormonal değişiklikler cildi etkiler. Özellikle karın, kalça, baldır ve göğüs bölgesinde cildiniz daha az esnek, daha sarkıktır. Ayrıca kilo artışı kişiden kişiye değişeceği için kalça, karın ve baldır bölgelerinin inatçı direnişi nedeniyle her kadının normal vücut ağırlığına dönme süresi de farklı olacaktır.
Hamilelik sırasında cilt hem rahim hacminin hem de vücut ağırlığının artışı nedeniyle cilt yoğun bir mekanik gerilime maruz kalır. Bu gerilme cildi zayıflatan hormonal değişimler nedeniyle daha da artar. Ayrıca östrojenin yağ hücrelerinin aktivitesini artırması nedeniyle adipoz dokularda bir yağ birikimi meydana gelir.
Doğum sonrasında cilt esneklik bakımından normale dönme eğilimindedir. Hormonal düzeyin normale dönmesi daha geç olacağı için cildin normale dönüşü emziren annelerde daha uzun bir zaman alabilir.
Tüm bunlarla birlikte, kilo fazlalığı olmak selülitli olmak anlamına gelmemektedir. Selülit hipodermis’deki katı kolajen yapıların yağ hücreleri tarafından kuşatılması nedeniyle ortaya çıkan ve rahatsız edici portakal kabuğu görünümü yaratan bir rahatsızlıktır. Hamilelik sırasında hormonlardan etkilenen alanlarda yağ depolanması tamamen doğal, fizyolojik bir olaydır, vücudun amacı ana rahmindeki bebek için dafa fazla besin depolamaktır.
Hamilelik sırasında cildin esneklik özelliği değişmiş olduğu için, doğum sonrasında cildin gevşeme ve sarkma yönündeki doğal eğilimini önlemek amacıyla uygun bir yeniden yapılandırıcı, sıkılaştırıcı cilt bakım ürünü kullanmak gerekir. Kendinizi fazla yormaksızın düzenli bir fiziksel aktivitede bulunmak yararlıdır, ancak her şeyden önce bu konuda hekimin önerilerinden yararlanmak doğru olacaktır.
Türk Perinatoloji Derneği Sitesinden alınmıştır.
end faq